Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
dermessBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
Çanakkalede yazdığımız destandır .
Geliboluda insan toprağa basmaya çekinir . Önceden bilgilenerek gittiyse , belgeseller izledi kitapları taradıysa ya da rehberi dinleyince olan biteni kafasında çok net canlandırabilir . Koylar , deniz , boğaz , dere yatakları , siperler karış karış tarihle dolu . Çarpışmanın en şiddetli olduğu siperlerde dolaşırken herkes sessiz bir köşeye çekildi , yalnız kalmak istedi . Süngü tak, yere yat komutu beynimizde yankılandı. Tabyalar ve Seyit Onbaşı anıtının orada boğaza ve denize hakim noktada uzaktan görünen gemiler hayalimizde canlandı , neler hissettiklerini o kadar iyi anladık ki .
Şehit mezar taşlarını okumaya dayanamadık . Buluntuların sergilendiği kişisel çabalarla geliştirilmiş bir müze var , restore edilmiş Mustafa Kemal'in karargahı küçük bir köy evi var. Köy yeniden ayağa kaldırılmış . Mektuplar , şarapnel parçaları , türlü eşyalar , fotoğraflar , mermiler , sancaklar ...
Şehitlikte yaşlı bir amca gördüm. Bir mezar taşının başında dua ediyordu. Kabirde yatan kendisinden çok genç ,çocuk denebilecek yaşta biri ama aynı zamanda atası . Yaşasaydı kendisinden çok daha yaşlı olacak hatta belki de hayatlarının bir döneminde karşılaşma , tanışma imkanları olabilecekti. Karmakarışık olmuştum o manzarayı görünce .
Bu yaşıma geldim seyahatnamesini okuyabilmiş değilim . Sadece sağdan soldan bölük pörçük, sürekli seyahatnameye atıf yapan yazılarda ki bu sürekli yapıldığı için artık aşağı yukarı üslubunu vs. biliyoruz. Biraz nüktedan olduğunu , abartıdan hoşlandığını , dili şu anda bizim kullandığımız dilden çok farklı olduğu için kafamızda yaşlı bir dede imgesi olduğu halde gerçeklikte kimbilir kendi döneminde ne kadar uçuk kaçık ne bileyim belki de tez canlı biriyken tüm canlandırmalarında ağır başlı sürekli didaktik biri gibi canlandırıldığını vs. biliyoruz .
Belediyelerin , valiliklerin web sitelerinde , tarihi araştırma yazılarında , gezi coğrafya keşif dergilerinde sürekli bahsi geçen Evliya Çelebinin gerçek adı Derviş Mehmet Zillî imiş. Babası ile adaş . 1611 yılında İstanbul Unkapanında doğmuş . Kökeni Kütahya , babası sarayın kuyumcubaşı . Herhalde döneminde görece kalburüstü rahat bir yaşamı var. Enderuna girmiş güzel bir eğitim almış . Gördüğü bir rüya üzerine başladığı seyahatleri ufak ufak önce İstanbul içinde sonra tüm Anadolu ve Osmanlı topraklarında devam etmiş . Saray hizmetinde kimi zaman ulak olarak çalışmış , çeşitli devlet büyüklerinin hizmetine girmiş , paşaların hizmetinde çalışmış .
40 yılı aşkın süren gezilerinden derlediği bilgiler 10 ciltlik seyahatname adlı eserde toplanmıştır. Her bir ciltte ayrı bir bölgeye ilişkin bilgiler saray üslubundan çok farklı yalın, halk dilinde, yer yer komik, biraz abartılı, zaman kavramından uzak , bizzat yaşanmış edası ile ve detaylı bir şekilde kaydedilmiştir . Günümüzde yaşasaydı sanırım gazetecilik mesleğini seçerdi dediğim kişiliktir .
Vatandaş olarak bizim anlayabileceğimiz manada Türkiyede bulunan taşınmazların yaş , cinsiyet , meslek grubu , tür , nitelik vs. olarak dağılımı hakkında herkese bilgi verebilecek bir kurum , kuruluş , sayfa , site vs. var mıdır acaba diye merak ettiğim konudur .
Anladığım kadarıyla büyük çoğunluğumuz henüz yeryüzüne inememiş durumdayız ve atmosferin tuğla ile çevrilmesinden mütevellit kökünün sağlamlığı hakkında çeşitli endişelerimiz olan taş toprak ürünlerine sahibiz . Tarım arazilerimiz haricinde bizi yerküreye kavuşturabilecek planlama ve çalışmaların daha hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor gibi geliyor bana .
Dip not: Önemli bir kısmımız bu taş ve toprağın sahibi bile değiliz orada bulunabildiğimiz için ücret ödememiz gerekiyor . Hatta bu taş toprak parçaları kaliteli olsun olmasın konumuna göre de değerleme yapılmış. Sanki haşa Allaha kira ödüyoruz ve atıyorum Sahra Çölü ya da kutuplarda yaşayanlar az , Akdeniz kıyılarındaki bereketli ova kenarlarında yaşayanlar çok kira ödüyor.
İnisiyasyon tanım olarak ruhsal gelişim amacıyla bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında bir düzen ve disiplin içinde , sınavlara dayalı olarak , metodlu eğitim olarak tanımlanmaktadır . Latince initium kökünden gelmektedir. Anlam olarak kabul edilme , başlama , iştirak etme , dahil olma anlamına gelir . Osmanlıdaki karşılığı ise süluktur.
Buraya kadar sıradışı bir durum yok . Ancak yeryüzündeki inisiyasyon uygulamalarına bakıldığında farklı coğrafyalarda değişik manzaralarla karşılaşabiliyoruz.
İlkel topluluklarda erginlenme törenleri adı altında ya da geçiş ayinleri adı altında yapılan uygulamalar çocukluktan erginliğe geçişle birlikte topluma katılabilme amacıyla uygulanan sınavlar ve törenler bütününden oluşuyor. Genellikle toplumdan soyutlanan ve ayrı , uzak bir yere gönderilen adaylar bir kısmı oldukça zorlayıcı ve korkutucu bazı sınavları geçmek zorundalar.
Kenyadaki Masai topluluklarında sünnet olan erkekler bir süre kadın kıyafetleri giydirilerek ve kulaklarına küpeler takılarak dolaştırılıyormuş .
Yine Afrikada kimi kabilelerde erginliğe giriş olarak diş sökme geleneği varmış .
Küzey Amerika kabilelerinde göğüs kaslarından iple asma geleneği uygulanıyormuş .
Okyanusya adalarında inisiyasyonun bir parçası olarak parmak kesme geleneği uygulanıyor. Hatta yakın akrabaları ölenler de çektikleri acının bir belirtisi olarak kendi parmaklarını kesiyorlar .
Bazı kabilelerde adaylar canlı olarak açılan mezarlara bırakılıyorlar ve üzerleri beyaz bir tozla kaplanıyor. Aynı şekilde deriye çeşitli dövmeler yapma izler çentikler açma gelenekleri de uygulanıyor.
Ateş üzerinden atlama , korların üzerinde yürüme , vücudunun belli bir bölgesinin dağlanması gibi uygulamalar da var .
Gençlik ve spor bakanlığını bana verin , zıpkın gibi fişek gibi bir gençliği size teslim edeyim . Asgari müşterekte hepsini hareketlendirir , yetenekli ve azimli olanları güvenlik , eğitim , keşif , zor teknik işler gibi konulara güzelce yönlendirirdim .
1. | yazman47 | |
2. | Seval88 | |
3. | semraa-91 | |
4. | KenaAn MuTLu | |
5. | burgulukalpler | |
6. | BALYOZ1960 |
Takip edilen yazar yok. |
şu meşhur
cobra gypsies belgeseli benim de önüme düştü.
adam hakikaten işi biliyor.
nefes kesen bir belgesel hazırlamış.
aslında temposu çok yüksek, bizim gibi hasta ve yaşlı insanlar için keşke biraz daha sakin kalabilseymiş.
aklım gitti resmen.
bölge hindistan'ın kuzeybatısında Pakistan sınırına yakın bir eyalet.
uydudan bakınca bile çöl olduğu anlaşılıyor.
sanırım aradaki doğal set
indus vadisi
indus nehri ve bereketli vadisi dururken bu insanları bu çöle kim yaymış acaba ?
Bir de yer isimleri ilgimi çekti. çok yaygın bir şekilde hepsi -ur ile bitiyor. niye acaba ?
palanpur, jodhpur, jaipur, fatehpur, siddhpur, dungarpur, mahidpur, sarangpur, shujalpur, udaipur...
bu eyalette ve komşu eyaletlerde daha bir sürü böyle -ur la biten yer ismi var.
Sümerce Ur, or şehir demek.
ur, uruk, urfa
şimdi biz mezopotamya tarihi olarak sınırlamışız ama belki de çok daha büyük bir kültürün uzantısı olarak Anadolu coğrafyasında yaşıyor olabiliriz.
Belli ki ur ile biten yer isimleri kuzey hindistan'da da bir anlam ifade ediyor. Tıpkı Anadolu'daki bazı eski yer isimleri gibi.
en komik bilgiyi niye en sona koyuyorlar ki ?
inek fotoşopmuş.
bizden neyi eksik ki ?
filtresiz makyajsız resim atan mı kaldı ?
Zaten poz verirken ineğin şoplanacağını da biliyorlarmış.
olsun yine de tonlamayı güzel yapmışlar hiç yapay durmuyor.
tüh ne kadar üzüldüm anlatamam.
böğürtlen sokağı
kızılcık selesi
zerdali tadında aşk
holding gülleri
gibi devam performansı bekliyorduk.
çünkü mutluluk neydi hep soruyorduk, arıyorduk...
zıplayan fasulye de diyorlar ama neden zıpladıklarını bilmiyorum.
ona da biraz bakalım:
bizim fasulyeler gibi onların fasulyesinin içine de güveler larva bırakıyormuş.
larvalar bu fasulyeleri yiyip bitirip içini boşaltıyorlarmış.
fasulyelerin zıplama nedeni içindeki güvelerin hareketiymiş efendim.
yedik, büyüdük, daha serin ve güzel bir yer için kıpırdanıyoruz demek istiyorlarmış.
kısacası zıplamayanı bulmak daha makbul.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |