Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
emelkocaBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
Bazen de özlem oturur yüreğine, burnunda ufak bir sızı hissedersin, ancak tam olarak anlamlandıramazsın, belki çocukluğundaki güzel anılara, belki ailenle birlikteyken yaşadığın hoş bir ana, belki de kelimelere dökemeyeceğin başka bir şeye. Özlem kelime itibariyle insanda tatlıyla karışık acı bir takım tatlar bırakan tuhaf bir duygudur. Hem özlem duymayı severim, duygularımı canlı tutmamı sağlar; hem de özlem duyduğum ve o duyguyu bizzat şuan yaşayamıyor olduğum için üzülürüm. Dozu iyi ayarlandığında bu duyguya kapılıp kalınmadığında güzel bir histir aslında. özlem duyulacak birşeylere sahip olmak kişiyi geçmişi ile barışık kılar, sakinleştirir, hüzünlendirir, bir yandan da mutlu eder.
Çok güzel bir erdemdir ancak bu beceriye sahip olan kişi sayısı yok değecek kadar azdır hatta belki de nesli bile tükenmiş olabilir. Çünkü günümüz insan ilişkileri anlayıştan ziyade eleştiri ve baltalama üzerine kurulu, insanoğlu olarak yapıcı olmak yerine yıkıcı olmaya meyilliyiz. Halbuki hâlden anlayıp, kişiyi o kişi olduğu için sevip, saygı duymak ve değer vermek, benimsemek, hoşgörülü olmak, eleştirmeyi bildiği gibi takdir etmeyi de bilmek bu kadar zor olmamalı. Ancak yine maalesef insanoğlu yapılması kolay olanı değil, zor olanı daha çok tercih ediyor. Hatta bu işin bilimini okumuş kişiler dahi bu konuda sınıfta kalabiliyor.
Çok konuşmasından ziyade yüksek sesle konuşması daha büyük sıkıntıdır. Zira biz öğretmenlerin meslek hastalığı mıdır nedir, sınıfa hitap ettiğimiz için ve sınıfta yüksek ses tonuyla konuşmaya alıştığımız için bazen kendimizi kaptırır; öğretmenler odasında, evde, telefonla konuşurken vs. Ses volümünü doğru ayarlayamaz ve sınıftaymış gibi bağıra bağıra konuştuğumuzu farkederiz. Özellikle bizim okulda bayan bir öğretmen arkadaş var, öğretmenler odasında sol yanınızda otursun istemezsiniz, hoş sağ yanınızda olması da iyi olmaz, kulak sağlığı için tabi. Hem de ne yalan konuşmayı da çok sever, ancak katlanılabilir bir durum, rahatsızlık duymuyorum, yakınımda olmadığı sürece tabi, gülücük.
Mübarek ramazan ayında kalkılan sahur vakitlerinde kişinin yaşadığı, diğer günlerden farklı olarak akılda kalıcı bir takım izler bırakan, genelde de yüzde tebessüm oluşturan olaylardır.
Lise son sınıfta öğrenciyken resim dersinde tamamlamam gereken bir çalışması vardı, öğretmen ertesi gün defterleri kontrol edip, not verecekti ve benim büyük kısmı eksikti. O gece kalktığım sahurdan sonra uyumayıp, sabahın ilk ışıklarına kadar pilot kalemle nokta nokta natürmort çalışması -ki herkes öğrenciliğinde yapmıştır sanırım bu çalışmayı- yapmış ve ertesi gün uykusuz bir şekilde ödevimi yapmış olmanın gururuyla okula gitmiş, tam notumu da almıştım.
Yaklaşık 15 yıl önce de ilk görev yerimde, ev arkadaşımla sahura kalkarken, genelde hep erken kalkıyoruz diye bu gece daha geçe saat kurup, öyle kalkalım dedik. bizim tostlar tost makinasındayken ezan okunmaya başladı ve birbirimize bakakaldık, yanlış hesap yapmışız ve o gece yiyemeden o gün oruç tutmak zorunda kaldık, tabi bu da bize ders oldu.
1. | ramazanaksoy | |
2. | Mustafa1652 | |
3. | engineer_0666 | |
4. | cilginturk71 |
Takip edilen yazar yok. |
21 yaşından itibaren düzenli iş hayatının içinde olan biri olarak, gençken hiç böyle bir korkunun içinde olmadım. Çalışmak, kendini iş düzeninin içinde kaybetmek, akşam pili bitmiş bir şekilde eve gelip, ertesi gün yine aynı düzenin içinde devam edecek gücü bulmak, benim için cesaret ve azim gerektirici bir durumdu. Üniversite çağında daha çok korktuğum şey ya atanamazsam yani o çalışan insanlar içerisinde olamazsam, Atansam bile doğuda çok zorlanır mıyım, yapabilir miyim, üstesinden gelebilir miyim korkusuydu. Korkunun ecele faydası yok, bu çarkın içersine girildi mi, insan üzerine düşen sorumlulukları yapacak gücü bazen zorlansa da öyle ya da böyle buluyor. İşini severek yapan kişiler için korku yerini, rahatlamaya bırakıyor.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |