Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
emelkocaBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
30'lu yaşlarının son demlerini yaşamakta olan ve kısa süre içersinde 40 yaşına girecek olan kişinin içinde bulunduğu değişik ruh hâlini ifade eder. Bir nevi orta yaş sendromunun başlangıcıdır. Bu sendromun ilk hafif belirtileri 30 yaşına girildiğinde hissedilir ancak çabuk atlatılır. 40 yaşında ise durum bir tık daha ciddileşir, kişi kendini artık yaşlı gibi hissetmeye, teyze/amca seslenişlerine alıştırmaya, vücutta beliren, normalde yaşlılarda olurdu dediği hastalıkların tedavisi ile uğraşmaya başlarken bulur.
En zoru da durumla psikolojik olarak başetmektir. Biri "kaç yaşındasındasın" diye sorduğunda "40 yaşındayım" derken bile o "40" insanın dilinde ne kadar büyür, yuvarlanır, ağızdan çıkası gelmez. Bir yandan da "ben ne ara 40 oldum yaa" diye isyan edip, su gibi akıp giden zamanın hüznü çöker. Gençlikte yapmak istediklerimin ne kadarını yapabildim, o yılları iyi değerlendirebildim mi şeklinde kişi iç hesaplaşmaya girmeye başlar. Kendi ile barışık ise 40. Yaşın ortalarına doğru öyle ya da böyle bu sendromun buhrânından kendini kurtarıp, biraz da güzelliklerini yaşamaya başlar. Bilmiyorum, daha 1,5 ayım var 40.yaşındayım demek için, herhalde güzellikleri de vardır diye düşünüyorum. En azından bu yaşa kadar gelmiş olmak bile bir "şükür" sebebi olmalıdır. Yalancıktan değil, gerçekten de her yaşın ayrı bir güzelliği olduğuna inananlardanım. Her ne kadar bazıları için kabul etmesi daha zor olsa da zaman ileriye doğru akıp gidiyor ve biz canlılar da buna karşı koyamıyoruz. Engel olamadığımız hayatın gerçeklerine karşı direnmektense, her ânını "iyi ki" dediğimiz şeylerle geçirip yaşantımızı mutlu ve huzurlu kılmalıyız.
Hobi, Kişinin hayatını idâme ettirdiği, "mesleğim" dediği işin dışında kalan vakitlerde, tamamen zevk aldığı için, yapmaktan hoşlandığı için, bu sırada geçen zaman kişinin kendini iyi hissetmesini sağladığı için gerçekleştirilen her türlü uğraşılar bütünüdür.
Maalesef bizim toplumumuzda pek yeri yoktur, "ne gerek var", "neden uğraşıyorsun ki", "yapacak işin mi yok", "satıp, para kazansana" tarzı o kadar çok eleştirel cümle ile karşılaşıyorum ki yakın çevrem tarafından (neyse ki eşim en büyük destekçim). Daha önce de paylaştığım gibi 3-4 yıldır taş boyuyorum, önceleri sadece tek taşa birşeyler çizip, boyayıp, vernikleyip, magnet halinde buzdolabıma asıyordum, sonrasında kütük, mdf ahşap, jüt ipten yapılmış zeminler üzerinde belli bir kompozisyon dahilinde çalışmalar yapmayı keşfettim. Sırf bu hobim için instagramda göreceğim çok çalışma vardır düşüncesiyle instagrama üye oldum ki iyi ki olmuşum, çok yararlı oluyor çünkü orda bu işi hobi olarak değil de ticari olarak yürüten yüzlerce insan var, onlarla tanışmak ve paylaşımlarından feyz almak hoşuma gidiyor. Sürekli kendimi yenilemek ve geliştirmek, amatörce yaptığım çalışmaları daha ileriye taşımak kendi açımdan azıcık da olsa takdiri hak ettiğini düşünüyorum.
Hobi sahibi olmak aynı zamanda bir emek ve para ister. Hammaddem olan taşları, memleketimden tek tek ellerimle toplar, onları uzun yol yolculuğunda güvenli bir şekilde taşır, eve gelince de tek tek yıkayıp, ebat ve şekilllerine göre tasnif ederim ki bu iş çok yorucudur ancak bir o kadar da zevklidir. Bazen eşim de taş seçer bana verir, geri bırakırım, "bu işime yaramaz ki" derim. Taşı ilk elime aldığımda ondan ne yapabileceğimi öngörebilmeliyim, 800 km yol katedip deniz kenarından evimdeki dolaba kadar gelebilmesi için taşın bir sonraki aşamasını hayal edebilmeliyim. Yoksa deniz kenarı taş dolu, ancak hepsi çalışma yapmaya müsait değil. Bu iş taş ile de bitmiyor tabi ki, Önce bir kırtasiyeden aldığım akrilik 6 lı boya seti ile başladım, meğerse hobi merkezlerinde bu iş için koca koca tüplerde markalı akrilik boyalar varmış, bunları keşfettikten sonra yaklaşık 50 ye yakın renkte akrilik boya kutum oldu. İnstagramda akrilik boyaların farklı kalınlıklardaki uçlarda kalemlere de doldurulduğunu gördüm, en kaliteli olan çok pahalı ama birini olsun (en çok giden beyaz renk) ondan aldım, diğer renklerde daha ucuza kaçtım. Çünkü ince uçlu kalemlerde ince detaylarda çok faydalı oluyor. Boy boy Fırçalar tabi ki olmazsa olmaz. Vernik olarak ilk başta tiner bazlı olanı kullanıyordum, ancak zahmetliydi, kuruması çok vakit alıyor ve kokuyordu. Kısa sürede fark ettim ki su bazlı vernikler varmış. Tiner bazlı kadar parlak yapmasalar da daha sağlıklı ve kullanımı kolay. Ve en temel malzeme olan tüm bu taşları belli bir kompozisyon dahilinde yerleşyireceğimiz alt zemin gerekiyor. En baştan beri "kütük"çüyüm ben. Doğal ahşap kütük gibisi yok. Kütük zemine uygulanan çalışmalar ayrı bir gözüme hoş geliyor. Ancak sadece kütük zemine yapmadım. İstanbu'a uğradığımda eminönü'nde o dar karmaşık sokakların birinde bir yer bulmuştum hobi malzemeleri satan. Genelde ahşap mdf yapısındanki anahtarlık, supla, çaydanlık altlığı gibi şeyleri burdan tedarik ediyordum. Pandemi girince araya internetten sipariş vermeye başladım. Tüm bu uğraşılar kendim için. Çalışmalarımın büyük bir çoğunluğunu kendi evimin duvarına astım, diğer büyük çoğunluğunu da aileme ve öğretmen arkadaşlarıma hediye ettim.
Şuan "paha biç, bu çalışmayı bana sat" dese biri vermem, veremem. Çünkü onu kendime yaptım. Başkasına yaptıklarımı da para karşılığında veremem çünkü işin içine maddiyat girerse kendi nezdimde o iş "hobi" olmaktan çıkar. Ancak emekli olduğumda da düşünmüyor değilim, zira instagramda daha ilk günümde lisedeki biyoloji öğretmenime denk geldim. Emekli olunca yapmaya ve yaptıklarını sipariş üzerine türkiye'nin pek çok yerindeki kişilerle paylaşmaya başlamış. Neden olmasın, belki ilerde emekli olunca ben de işi daha ticari boyuta taşırım ya da taşımam, bilmiyorum ancak şuan sadece hobi olarak kalması benim için yeterli.
Herkesin kendine bir hobi edinmesi, vaktini bu şekilde daha değerli ve kaliteli geçirmesi gerekir. hobi süresince geçen süre, kişinin kendine ayırdığı zamandır aslında. Kendi için bir şey yapmaya alışık olmayan bünyeler tarafından her ne kadar çöpe atılan zaman ve para gözüyle bakılsa da hobi sahibi olmak dünyanın en güzel şeylerinden biridir.
Çocukluğumuzda hemen hemen her gün ya türkan şoray ile ya filiz akın ile ya da fatma girik ile bir filmini hayranlıkla izlediğimiz; büründüğü rolü oynayarak değil, yaşayarak seyirciye geçiren; 400'ü aşkın filmde rol olarak oldukça üretken olan; özellikle aksiyon içeren sahnelerde, seyirci kandırmak olarak gördüğü için dublör kullanmayıp, kendi sağlığını ikinci plana atacak kadar işine saygılı; İçinin güzelliği dışına yansımış türk sinemasının mihenk taşı olan kişisidir.
Bence "İzleyicilerin gönlünde taht kurmuş" sıfatı en çok ona yakışırdı. Aslında hakkında söylenecek çok söz olmasına rağmen dünkü ölüm haberinin ardından söyleneceklerin çoğu içimizde buruk bir hüzün olarak kalmıştır. Bir "Cüneyt arkın" bir daha dünyaya gelmeyecektir. Yattığı yer cennet olsun.
Çocukluğumuzda iz bırakan topluma mâl olmuş kişilerin de bir bir hayattan eksiliyor olması da ayrı bir hüzün sebebidir. Yine de bu döneme denk geldiğim için kendimi şanslı kabul ediyorum. Şimdiki nesil, cüneyt arkın'ı, türkan şoray'ı, fatma girik'i, hulusi kentmen'i ve daha nicelerini bizim gibi anlayamaz, hissedemez.
1. | ramazanaksoy | |
2. | Mustafa1652 | |
3. | engineer_0666 | |
4. | cilginturk71 |
Takip edilen yazar yok. |
21 yaşından itibaren düzenli iş hayatının içinde olan biri olarak, gençken hiç böyle bir korkunun içinde olmadım. Çalışmak, kendini iş düzeninin içinde kaybetmek, akşam pili bitmiş bir şekilde eve gelip, ertesi gün yine aynı düzenin içinde devam edecek gücü bulmak, benim için cesaret ve azim gerektirici bir durumdu. Üniversite çağında daha çok korktuğum şey ya atanamazsam yani o çalışan insanlar içerisinde olamazsam, Atansam bile doğuda çok zorlanır mıyım, yapabilir miyim, üstesinden gelebilir miyim korkusuydu. Korkunun ecele faydası yok, bu çarkın içersine girildi mi, insan üzerine düşen sorumlulukları yapacak gücü bazen zorlansa da öyle ya da böyle buluyor. İşini severek yapan kişiler için korku yerini, rahatlamaya bırakıyor.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |