Bir topluluğun millet olup olmadığını sorgulamak, modern anlamda ulus kavramını anlamamaktır. Milletler, tarih boyunca birbirlerinden etkilenmiş, karışmış, birlikte var olmuştur. Türkler de tarih boyunca Farslardan, Araplardan, Kürtlerden etkilenmiştir; bu durum Türklerin millet olma özelliğini sorgulatmaz, aksine onların tarihsel zenginliğini gösterir. Aynı şekilde Kürtlerin, bulundukları coğrafyada çeşitli kültürlerle etkileşim içinde olması, onların millet olma hakkını elinden almaz.
Fransız Devrimi'nin "kardeşlik" anlayışı bize önemli bir ders verir: Bir milletin gücü, parçalarını bir arada tutan dayanışmadan gelir. Türklerle Kürtler arasında bin yıllara dayanan ortak bir tarih, kültür ve mücadele vardır. Bu topraklar, Türklerin ve Kürtlerin omuz omuza savaştığı; aynı toprağa can verdiği bir vatan olmuştur. Kürtlerin kimliğini inkâr etmek, aslında bu ortak tarihe ihanet etmektir. Kardeşliği reddetmek, sadece yabancıların ekmeğine yağ sürer.
Evet, dış güçlerin bu coğrafyada oynadığı oyunlar aşikârdır. Ancak bu oyunları bozmanın yolu, halkları birbirine düşman etmek değil; tam tersine, ortak bir gelecek inşa etmektir. Kürtleri "yok" saymak, onları yabancı ideolojilere daha da yakınlaştırır. Bölgenin huzuru, Türklerin ve Kürtlerin eşit birer yurttaş olarak, aynı çatı altında, ortak bir vatan için çalışmasından geçer.
Bir milletin varlığı, inşa ettiği taş yapılarla değil, inşa ettiği insanlarla ölçülür. Kürtler, bu coğrafyada binlerce yıldır var olmuş bir halktır ve bu halkı yok saymaya çalışan her ideoloji, bölgenin huzurunu dinamitlemekten başka bir işe yaramaz. Türkler ve Kürtler, kaderlerini ortak yazmıştır; bu ortaklık, bir milletin yükselişi için düşmanlık değil kardeşlik gerektirir. Bir ulusun büyüklüğü, kimseyi küçültmeden bir arada yaşama iradesinde saklıdır