Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

Mezar taşına yazılması istenen söz

"Ni dieu ni maitre!"

04.02.2024 14:39
  1. Sahaf Mendel Bir Kadının Yirmi DÖrt Saati

    Bir kitap içerisinde üç hikaye barınıyor ve hepsi birbirinden güzel. Stefan zweig öykü konusunda aklıma gelen en önemli kişilerdendir. Bunu o kadar iyi başarıyor ki bir çırpıda okunuyor ve uzun süre hafızalarda kalıyor.

    Yarattığı betimlemeler sizi ona o kadar yakınlaştırıyor ki o hümanist yanını te yüreğinizde işitiyorsunuz. O ne yapıyor biliyor musunuz? Bir anlık gaflete düşmüyor, empatinin en hasını yapıyor, farklı bir tarafı ile görüyor/okuyor durumları...

    Bu adamda gördüğüm tek şey 'insanlık.' Okuduğumda umudum yeşeriyor ki hayat hikayesini bilmeme ve şu dünyanın kötülüğüne dayanamayıp intihar etmesine rağmen.

    İlk öykü sahaf Mendel... savaşların ve savaş politikalarının suçsuz insanları getirdiği noktayı hüzün ile veriyor. Sahaf Mendel'in kitaplar hakkında olan görüşleri ve kişilik analizlerinde kendimi çok buldum.

    İkinci öykü ise kadın ve doğa.

    Ve son öykü bir kadının yirmi dört saati...

    Yirmi dört saat içinde insanın başına geleceği ve sağlıksız da olsa düşündüğü ya da karar vereceği şeylerin ustalıkla eleştirmeden yansıması. Deyim yerindeyse hakimlik değil de avukatlık yapan birinin insanca insanları anlaması.

    Sonuna kadar dinleyen ve önyargısız da ranan insan portresi. Kadınların iç dünyasını da tarafsız ve gerçek bir şekilde sunuyor.

    Burada çeviriyi yapan Hamdi varoğlu'nu eklemeden geçemeyeceğim. Kesinlikle çeviri çok önemlidir.

    Zweıg okunmalı ve okutulmalı...

     
  2. Ses ve Öfke

    Kitap okurken çok kolay konsantre olup ve etrafımdaki gürültünün benim için çok da önemli olmadığı yargısını altüst eden William faulkner eseri. Bu güne kadar okuyup da çok iyi anlamadığım tek kitap. Her okuduğum sayfa sonrasında anlamamış olmama ve kendime kızgınlığımın boşuna olduğunu, kitabı okuyanların benimle aynı görüşte olması sağladı. Eserin teknik olarak farklı ve özgün olması eseri kült yapan nedenlerin başında geliyor. İlk iki bölümde tam anlaşılmıyor çoğu şey. İlk bölüm zaten zihinsel engelli karakterin ağzı ile yazılmış ki çok zordur ama oldukça başarılıdır. Tam da burada çevirinin kusursuz olduğunu söylemek gerekir. Rasih güran'ın emeği büyüktür.

    Dünyanın en zor yapıtı diyebilirim. Belli bir olayı farklı kişilerin anlatımı oluşturuyor eseri. Şu bakış açısı dediğimiz şey ve algılama ya da görme ile yorumlama göreceliliğine mükemmel bir şekilde veriyor. Bir aile içindeki çarpık ilişkileri farklı bir üslup ve teknik ile sunuyor.

    İkinci bölümün başındaki ilk paragrafta geçen şu sözler çok etkiledi beni: Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır. Dahası savaşılmamıştır. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir."

    Esasında ilerde ikinci bir kez daha okuyup öyle yorum yapmak daha iyi olacaktı lakin her okuyuş da farklı bir tecrübedir.

     
  3. Rasih güran

    Çevirinin piri...

    Çok uzun zamandan beridir İntihar ettiğinden haberdar olduğum fakat nedenini hep merak ettiğim ve sonrasında hüzünlü hayatının/ölüm şeklinin detaylarını cumhuriyet gazetesinde bir yazıdan öğrendiğim; dünyanın en zor romanı olan William Faulkner'ın Ses ve Öfke eserini kusursuz ve mükemmel bir şekilde çeviren usta... Ayrıca yine Çıplak ve Ölü, gazap üzümleri ve camus'un birkaç eserini dilimize mükemmel ötesi bir şekil ve duygu ile aktarmıştır. Kesinlikle hakkı ödenmez bir insan...

    Bu alıntıyı paylaşmak istedim bu arada:

    "1912 doğumlu bu parlak insan, Nazım Hikmet'in kardeşi gibi sevdiği ve güvendiği arkadaşlarından biri olmuştur. Sosyalist düşünceye inanmış, Türkiye Komünist Partisi'ne üye olmuştur.

    Çağdaş resim sanatımızın önde gelenlerinden Nazmi Ziya'nın (1881-1937) yeğeni olan Rasih Güran, 4 Ocak 1936 günü, Nazım Hikmet'i Nazmi Ziya'yla buluşturup onun bir portresini yapmasını sağlamıştır. Bu tablo bugün, Piraye Koleksiyonu arasında korunmaktadır.

    Ne ki, ilerleyen yıllarda Rasih Güran, büyük hayal kırıklıklarına uğramıştır. Bunlardan ilki, Nazım'ın Bursa Cezaevi'nden Piraye'ye ayrılmak isteğini bildiren mektubu Rasih Güran'la elden göndermesidir. Nazım'ın, kavgasıyla sevdasını birleştirerek dünyanın en güzel şiirlerini yazdığı Piraye'den ayrılmak istemesini Rasih Güran hiç anlayamamıştır.

    Ardından ellili yıllarda, uzun yıllar sosyalistlerin mitleşmiş önderleri olan Stalin'in ölümünün ardından inanılmaz vahşet ortaya dökülür. Önder bildikleri kişi, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Rasih Güran, bu büyük yıkımın etkisinden bir türlü kurtulamaz. Ağzında hep aynı soruyla dolaşır: "Bize ya önceden yalan söylüyorlardı ya da şimdi yalan söyleniyor." Öyle ya da böyle kandırılmış olduğu düşüncesini onuruna yediremez.

    Rasih Güran, yetmişli yılların başında kanser kuşkusuyla hastaneye yatırıldığında öleceğini öğrenmekten mutlu olmuştur. Yalanla dolu bu dünyada yaşamak için bir neden bulamamaktadır. Aynı günlerde devrimci gençlerden Sinan Cemgi'in Nurhak Dağları'nda öldürülmesi, içindeki acıyı daha da büyütür.

    Hastanede yapılan tetkikler sonuçlanmış, kanser olmadığı anlaşılmıştır. Mutlu haberi alan Rasih Güran, hastane odasının balkonundan kendini aşağı atıp hayatına son verir."

     
  4. Alamut'a dönüş

    Alamut ve Hasan sabbah birçok insanı etkileyen realitenin başında gelmekle birlikte tam da anlaşılmayan ve çözülemeyen durumlardandır diyerek sadece kitaba ses verelim.

    Açtığım başlıktaki kitap tam olarak şu: ernest w. heine/güvercin gerdanlığı Alamut'a dönüş...

    Eseri viladimir bartol eseri ile mukayese etmeden okumak İnanın çok büyük zevkle okumanız sağlayacaktır. Lise döneminde okuduğum lakin çoğu satırı ve kurgusu aklımda kalan müthiş eser.

    Sabbah burada daha olgundur yaş olarak. Fedailer ve tapınak şövalyeleri arasındaki olayları olağanüstü bir kurgu ile aktarmış. Kale içinde olan olaylar öte taraftan kale dışında oynanan oyunlar. O yüzyıl hakkında da biraz daha abartılı bilgi ve betimlemeler var. Adrian'ın zekası da işin içine girince doyumsuz bir akıcılığa dönüştü eser. Sabbah'ın buradaki iç sesleri ve diyalogları da harikaydı. En etkileyici kısmı ise isa ve Muhammed'in de esasında Tanrı'nın var olmadığını söylediği kısımdı. Ki ondan önce de çöl ile ilgili olan bir bölüm vardı o da müthişti.

    "hayır, onlar insanlara yalan söylemediler. onlar, insanlara verilebilecek olan en değerli şeyi sundular: ölümsüzlük hayali. bunun yanında gerçeğin ne önemi kalır ki? biz gerçeğe sahip olduğundan daha büyük bir önem veriyoruz. bir düşüncenin gerçeğe dönüşmesinden daha büyük bir hayal kırıklığı var mıdır?"

    Evet en can alıcı nokta ise, ikiz olan bu fedailerin ve birisi zaten şövalyeydi, Sırtında olan mühür ve bunu gözden kaçırmayan dağın yaşlısı.

    Bu konu ile yazılan çoğu eser hakikaten ilgi çekiyor. Bir daha okuma isteği duydum şimdi ve yıllar olmuş.

     
  5. kurtlar imparatorluğu

    başlığı görünce yaşlandığımı hissettiğim fransız yazar jean-christophe grangé'ın polisiye diye hatırladığım kitabı. çünkü on iki yıldan fazla zaman oldu okuyalı. ismini yanlış hatırlamıyorsam sema'ydı kahramanın adı ve yine herkesin aklında kalan ki benim de öyle; tırnağında kalan kına izi ile kimliği bulunulmaya çalışılmıştı. seri bir katil vardı, o cinayet betimlemeleri beni çok sarsmıştı. kadınların öldürülme biçimi ile çözülmeye çalışılan karmaşık hal.

    kaçakçılık, mafya hesaplaşması...

    en şaşırtıcı kısmı romanın türkiye adıyaman nemrut'ta sonlanması ve iplik gibi çözülen olaylar. heyecan vericiydi, şimdi okursam bilmiyorum ama o zamanlar nefesim kesilerek okumuştum.