Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

insanlar ikiye ayrılır

Tarihin sınıf savaşı olduğunu bilenler ve diğerleri..

19.01.2024 19:54
  1. anakronist yaklaşım

    Tarih, insan ırkındaki bir gecikme halidir diyen Hegel'i akla getiren başlık.

     
  2. diyalektik bakış açısı ve bilgi felsefesi

    Sonsuzca karmaşık bir başlık. Spinoza'nın 'sonsuzca mefhumu' üzerinden gidersek gayet açıklayıcı olacaktır kurduğum cümle. Öte taraftan bilgi felsefesini sanırım yalnızca Bir eylemi görev olduğu için yapmanın ahlak olduğu zehrini dünyaya zerkeden Hegel'le sınırlı kılmış entryler görüyorum. Başta diyalektiği mi açıklasam yoksa materyalist ve idealist olan ilk çağ filozoflarını epistemoloji ile ilgili olan düşüncelerini mi yazsam bilemedim açıkçası. Bilginin doğuştan geldiği konusunda fikri olan Sokrates ve idealar dünyasından bahseden Platon bilgiyi usa yönelte Aristo, descartes'in cogito ki ampirikler de var, ahlakçı kant vs nereye koyacağız.

    Asıl mesele ise bilince göre duyusallağa şeylerin nihai anlamı kesinliği veren Hegel, Tikellikten soyut tümele varma hokkabazlığı da cabası olan yine Hegel'i

    Alaşağı eden marx ki kendisi Hegel'in öğrencisidir ve yine ayrıca daha marx'ı alaşağı eden bir babayiğidin çıkmamış olmasını da belirterek neden yazılmış bu karmaşalar?

    Kocaman gülücük...

     
  3. germinal

    Kelime anlamı tohum... Realistten ziyade realizmin bir tık ilerisinde olan Natüralist diyelim kendisine bu roman ile. Dolayısıyla ortaya çıkacak bir mefhum daha vardır; 'determinizm." Lakin eser insanı en çok da romantizmden zerre dem vurmayıp realizm ve Natüralizmi de içinde Yok etmesiyle olağanüstü bir saygı duyarak etkiliyor. Bu eseri yazmak sadece odasında oturup insanlara tepeden bakma ile olmayacağını anlıyorsunuz. kendisi, bu ortamda bulunarak ele almıştır romanı. Bildiğimiz üzere kimse salt bir tarafsızlık içinde hayatını idame ettirtmez düşünsel olarak. Ama burada bu çerçevede her şeye herkese kabul edebilecek çıkarımlar sunmuştur. Sözgelimi başta ya da normalde etik, şiddet-vari, kötü diyebileceğiniz insan, olay ve olguları hem dünyanın hem toplumun hem insanın bütün duyguları ve varoluş biçimiyle gözümüze sokması oradan akıldan muhakeme veya empati ile süzmesinden ötürü yukarıda saydığımız kavramların da olabilicesini size kolaylıkla kabul ettiriyor.

    Zola bu eseri hayatın içinden bir adam ile başlatıp birçok şeyin savunucusu veya eleştiricisi ile devam ediyor. Ortada var olan bir gerçek ve gerçek etrafında etraflıca bir görmeye vesile olan eser. Maden işçilerinin sık olduğu bir kasabada gelişen olayları ele alırken sosyalizm ve anarşizmden hatta proletarya diktatörlüğüne kadar dokunduruyor kalemi. Teorisiz pratik, kalabalıkların kontrolsüz bir şiddet eyleminde bulunmasına dikkat çekerek tabi ki. Ütopik sosyalizm... ve işçilerin hayatlarının çıplak hali. başarısız bir devrim, bu başarısızlığın sunduğu kat be kat acılar, sonunda kazanın sermaye olması...

    Ücretlere ve sömürüye grev ile başkaldıran işçilerin yaşadığı süreç insanı akıl almaz bir betimleme gücü ile sarsıyor.Teoriden uzak olan Étienne'nin düştüğü çelişkiler ve fiyaskonun oportünist ve anarşist kahramanları haklı çıkarması. Souvarin... "sizler hiçbir zaman gerçek sosyalist olamayacaksınız, yarın sizin de elinize para geçtiğinde o küçük burjuva kalabalığına katılmakta hiçbir mahzur görmeyeceksiniz." sanki gerçek olmayı biraz daha o hak ediyor. O umarsız ve anarşizmin doruk imgesi...

    rassenur... bir anda size birçok şeyi vaadine kapılmayın tepkisinin pratikte yer bulması.

    Eserin bir bölümü var ki hele insan bir tuhaf oluyor. maigrat'ın ölümü.

    Sefaletin tahayyül edilmeyecek hali ile insanların hayat mücadelesi. Tanrı'ya estetik bir biçimde sorulan hesap ya da zerafet ile Tanrı tasavvurunu sunan konuşmalar, kötü olmamanın kötülük fırsatına erişmediği özeleştirisini yapan kadınlar...

    Her şey bir yana belki bir umut aşılayan tarafı da vardır.

    Soma'da ve dünyanın herhangi bir yetinde hayatını kaybetmiş ve kaybetmemiş tüm emekçilere saygıyla ve minnetle...

     
  4. bulantı

    Hayat karşısında ara ara yalnız ben mi böyle bir fiile takılıyorum düşünürken zamanında, Sartre devreye girmişti. Kendisinin günlük şeklindeki ilk romanı.

    Varoluş felsefesini bu eser üzerinden veriyor yazar. Varolmaktan duyduğu tiksinti de desek daha doğru olur. Lakin olağanüstü özeleştiri ("yüzüme böyle nitelikler verilmesine şaşıyorum aslında. bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.") ve eleştiriler var. Tamamen fiziksel ve gelecek kaygılarından sıyrılmış kahramanın sancıları arkheye farklı bir cevap veriyor. Öncelikle bu kavramın kendince tanımına bakalım; "özlerini değişimi uğratmadan,nesnelere dıştan eklenen boş bir bicimdir, derdim."

    İnsanın kendisi olan savaşı varolmanın neden olduğu savaş ki kitapta bir böceği öldürüp onu varoluştan kurtarıyorum demesi kurduğum cümleyi destekleyecektir. Okuduktan ve zaman geçtikten sonra Sartre bu felsefeyi çok mu abarttı diye düşünüyorum. İnsanoğlu mutlaka hayatta varoluş sancısına en azından bir mola verecek şeye tutunabilir gibi geliyor bana. Hayatın merkezine tamamen hiçliği koymak da etkilidir muhtemelen. Herkesin böyle dönemleri olur ki uzun sürdüğü de olur bir zaman denen olgunu... tüm nesnelere olan bulantı hissi... bu kadar acıyı 'düşünmek' eylemine bağlıyor. Ha o aynaya baktığında betimlediği duygular bende de Yok değil. Tiksinti ve bulantı da var. Ama dediğim gibi mutlaka bir molası var, bunların hız ile kesişen sürekliliği görecelidir.

    Adam öyle yazmıştı ki yaşamaktan utanç bile duyabilirsiniz.

    ''hiçbir şey. var olmaklık.'', "varolmak yetkisizlik."

    Büyük bir boşluğa tabi ki sokuyor insanı. Sonlarda şu özgürlük kavramını yaşamak için hiçbir nedeni kalmamaya takas etmişti.

    Of ya, huzurumuz kalmamıştır bu adam gibilerinden ve kitaplarından. Cemal süreya'da böyle dediydi.

    Bulantı hissi muhtemelen ben ölünce bitecek.

     
  5. Latin Amerika'nın kesik damarları

    Eduardo Galeano'nun muazzam bir birikim ve araştırma ile yazdığı, sömürünün tarihini Sunduğu eseri. Latin Amerika'nın nasıl bitmek bilmeyen bir talan ile insanların, doğanın tahakküm altına alındığının her günü var gibi kitapta...

    ucuz iş gücü için büyük bir canilik ile Yok edilen hayatlar... yüzyıllar boyunca vahşice bilinçli bir şekilde göz koyulan coğrafyanın bir bir kesilen damarları...

    madeni, insanı ne varsa kapital olarak gören zihniyetin neler yaptığı. Ve buna rağmen başkaldırışın da daim var olduğu bir realite. Yer yer sömürüyü destekleyen yer yer karşısında canı pahasına duran din adamları... orada şöyle bir bölüm var; "toğrağın zenginliği insanın yoksulluğunu doğuruyor..."

    Bir tarafın yükselişi için öte tarafın açlık, sefalet, kıyım, Kırım ile kaderine terk edildiği bir düzen. Kendi ülkesinde var olan, gerek yetişen gerekse yeraltından çıkan hiçbir şeye sahip olmamanın ölümle, sakatlıkla sonuçlanması. Köleliği alçak ve aşağılıkla devam ettiren sistemler...

    Kolonyalizmin anatomisi...

    ekonomi, sosyoloji, tarihi bir arada veriyor.