Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

Editörden arkadaşlık teklifi almak

Gücü asıl bana vermeleri gerekirdi bu durumda ulaş.

Simetri desen var tehdit desen yok..

24.01.2024 14:03
  1. Bir kedi,bir adam,bir ölüm

    Neredeyse yarım yüzyıl geçecek bu kitabın üzerinden ve daha uzun yüzyıllar üzerinden geçmiş kitapların tutkunu olmamın sebebi kendimi o mekanlarda o kahramanların yerinde bulmam. Belki de devam eden hayatın ve evrenin sadece şekil değiştirmesi de olabilir o kitaplarda yazılanlar. Daim güncelliğini koruyan saptamalar, öngörü içinde zamana yenik düşmeyen durumlar, insanlar, inançlar, ideolojiler, ölümler, zulmler, hukuk ve adalet sistemi...

    Zülfü Livaneli'nin müthiş ve çok farklı bir teknik ile yazdığı muntazam eseri. Sadece şahit olduğu an ve anılar yetmemiş bir de kendini aşan bir edebiyat, üslup, kurgu özgünlüğü yaratmış. Kitabı hem yazar hem de kahraman dönüşümlü anlatıyor. Dolayısıyla kahramanı üryan görebiliyorsunuz. Çünkü Kitapta da geçtiği gibi "insanları konuşarak tanıyamazsınız. konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. dil, yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. bu yüzden insanları dinlemek, onları anlamak için yeterli değil." Gayet iyi özetliyor. İnsan kendini tam manası ile karşısındakine gösteremiyor. Kontrol sende, ne vermek ne kadar vermek istiyorsan o ölçü ile anlaşılırsın. Maalesef bunun ise bir sınırı olduğu için çok az kişi belki de hiçbir kişi bir insanları tanıyamıyor.

    Açıkçası beni çok etkileyen bir Livaneli romanıdır. Çok şey barındırıyor içinde. Döneme ve sonraki dönemlere ışık tutmuş...

    Saf, sıradan bir aşk var. Hiç politik olmayan hatta ideolojisi olmayan kahramanın kendisini talihsiz, korkunç bir olay ile içinde bulduğu psikolojik, sürgün ve nasıl desem berbat halini görüyorsunuz. Sürgünde olan birçok ülke ve kültürden insanın hayatını da hüzünlü, mutlu, umutlu bir şekilde serpiştirmiş araya. "yanlışa karşı çıkıyorum ama doğruyu gereken güçte savunamıyorum. ben biraz korkağım galiba." Ne kadar da insani, ne kadar da ben, ne kadar da sen, ne kadar da biz...

    Sevdiği küçük bir kız çocuğu gerçi öldürüldüğünde on dokuz ama sevdiğinin, ailesinin gözünde çocuk olan Filiz ile bu ülkeyi, başka ülkeyi, hayatı olduğu gibi veriyor. Sadece seviyor...

    "bölünmüş bir dünyada, sağduyulu kalmaya çalışan ve herhangi bir takıma girmeyen adama duyulan kuşku, sonunda o insanın çarmıha gerilmesiyle sonuçlanıyordu..." evet, sevginin sonu soyut ve somut bir çarmıh ile sonuçlanıyor. Siz taraf olmasanız, içinde olmasanız, öylesine olsanız bile mutlaka bir yerden bir şeyler size dokunuyor. Kimi zaman hayatınıza mal oluyor, kimi zaman sonsuz ve amansız bir sancıya neden oluyor ki bu sancı sizi insanlığa dair olan her şeyden alıkoyuyor. Ağlayamıyorsunuz, gülemiyorsunuz, seçemiyorsunuz, sevemiyorsunuz, sanrılar dolu bir kabusa dönüşüyor yaşam. Hatta soluksuz kalıyorsunuz...

    Kitabın isminde geçen kedi de beni etkiledi. O da bir sanrı. Şu bilincin bize ettiği kötülük kadar büyük bir kötülük var mıdır ki. "ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım kediye dönüşmekti. artık hayatımda bağlanmalara, başkalarını kendime bağlama çabalarına yer yoktu. köpek olduğum yıllarda hepsini yapmıştım ama bu beni felakete götürmüştü. ölümün kıyısına gelmiştim. ölümün kıyısı ölümün kendisinden daha feci birşeydir, bunu yaşayarak öğrendim. bağlanmalar yüzünden aklımı kaçırmanın kıyısında dolaşmıştım uzun süre. içime karanlık yerleşmişti; bir türlü söküp atamadığım, kusamadığım, çıkaramadığım bir koyu karanlık. o dönemde yaşamayı unutmuştum sanki. bunu birisinin hatırlatması gerekiyordu "nefes almam gerek" diye düşünmesem nefes alamayacaktım. bütün bunlar bir köpek gibi bağlanmam, sevgi ve merhamet dilenmem yüzünden başıma gelmişti. insan denilen yaratıklara ilişkin düşüncelerimin yanlışlığı yüzünden. bütün köpekler saftır zaten. oysa şimdi bir kediyim ben: uzak, denetimli, soğukkanlı ve güçlü bir kedi. eski mısırda, beni hassanda yapılmış 300.000 kedi mumyasından biri. onlara kadar soğuk, onlar kadar güçlü ve mağrur."

    İntikam diyordu intikam yoktur. Merhamet vardır salt merhamet... ne güzeldir ah! Ne güzeldir...

    dünyayı kurtaracak, ruhumuzun derinliğine dokunacak... düşmana dahi merhamet, Şefkat, alışma, ortak dili bilmenin gizli mutluluğu... tuhaf duygular kaplamıştı kitap sonrası beni. Bir anlamda acımasız insanlar ve hayat, öte taraftan bir orkide ile değişen kokular... vicdan muhasebesi!

    bir resim, bir porte ki içinde süngerde var olan inci kadar dersler. Okumak lazım, değişmek lazım...

    işte tam da şurası can alıcı...

    yaşlı adam (eski bakan): siz bu vatani hiçbir zaman sevmediniz!

    sami: biz sizi sevmedik. siz kendinizi vatan yerine koydunuz. biz de sizi sevmedik.

    Ve belki de insanlar ne 'siz'i ne de 'siz'i hiç tanımadılar ve gerek duymadılar...

    acıdan gayrı şeyleri keşke paylaşsak efendiler!

     
  2. Karanlıktaki adam

    Paul Auster'in en yavan romanı diyebiliriz. Kısacık bir kitapta tam olarak kurgu bütünlüğü yok gibi geldi bana. Yaşlı bir adamın anılarını anlatması ile şekilleneceğini düşünmüştüm. Esasında politik bir roman. Ilımlı bir üslup kullanmış kendisi.

    ABD'nin Ortadoğu savaşlarını daha farklı dizayn etmiş. Kurgunun üzerinde biraz daha durması gerekiyordu sanki.

    Şurayı çizmiştim; "sadece iyiler kendi iyiliklerinden kuşku duyarlar; onları iyi yapan da budur zaten. kötüler iyilik yaptıkları zaman bunu bilirler, iyiler ise hiç bilmezler. ömürlerini başkalarını bağışlayarak tüketirler, ama kendilerini bir türlü bağışlayamazlar..."

    Biraz sıkıcı gelebilir ama kendisi çağını aşmış bir yazardır.

     
  3. Cefr

    Pisa anketini görür gibi olduğum başlık. Okuyan okuduğunu anlamıyor bazı benim gibi garipler de yazılan cümleyi anlayamıyor. Ah bu deli/yürek dizisinin olduğu günler ah. Şey yani yaşlandım da...

    Aslında yazar ya da kitapta yazılanlar cefr'i yahudilerden dahi daha eskiye dayandırıyor. Sümerlerden ve Akhenatondan da bahsediyor. Bu sırla dolu ilim ve argümanlar zamanla el değiştiriyor. Masonluğun bile kuruluş amacını cefri bulmak için kurulduğunu söylüyor. Bir takım şifreleme ve hesap zaten çok eski bir gelenektir ve her görüş, cemaat, ideoloji farklı taktik kullanıyor. İlgisi olanlar için bir giriş olabilir en azından merak uyandırıyor. Ha ben inanmıyorum o ayrı mesele. -gülücük

    Şu kırklar meclisi olayına da değiniyor. Enteresan. Bilmem kaç bin ayetin kaçından kaçı Ali'ye yazılmış ki bunlar bilinmiyor. Böyle şeyler işte...

     
  4. Cefr

    Kelime anlamı kuzu postuna yazıldığından ötürü cefr ismini alan Metin aktaş eseri. Nette Gaipten bilgi veren ilim denilmiş. Roman da bu yönde diyebiliriz. Fakat yazılış amacının biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Şia temelli mezhep ya da daha öncesi düşünceye dikkat çekerek özelde Anadolu topraklarında var olan tekke, dergahlar ve kolları hakkında detaylı bilgi veriyor. Polisiye, macera karışımı ile kurgulanan eser, yazarın birçok kitabını okuduğum için şaşırttı açıkçası. Doğu dilleri ve kültürü halkında araştırma yapacağı iddia edilen bir kadın ve erkeğin Tuncelili bir pir'i de kendilerine rehber edinerek çalışma yapacağı ile başlıyor. Lakin peşi sıra gelen cinayetler ile evrenin sırrına ulaşmaya çalışan birçok enteresan kişi ve grup doğuyor. Masonları dahil.

    İşte romanın yazılış amacı dediğim durum bu sır etrafında şekilleniyor. Küçük küçük ipucular ile birçok bilgi veriliyor. Bu sır için bir tarikata üyeliğin şart olduğu dergahta Alman bayan kahramanın geçtiği yollar çok çarpıcıydı. Ölümle sınanma, açlık gibi korkunç fiilleri tek tek yenmesi okunmaya değerdi.

    Gelelim bu sırra... İslam elçisinin miraca çıktığı zaman ya da aslında günümüzde olan ayetler dışında dördüncü Halife Ali'de daha farklı, gizlenmiş ayetlerin (farklı bir kutsal kitap) ve sözlerin olduğu söylenmektedir. İşte tam da buna cefr deniliyor. Cefr, Ali tarafından saklanıyor ve bugüne kadar gelip bulunması ile oluşacak alametler ve bu cefrin insanlığın kurtuluşu olacağı üzerinden bir kurgu. İsmaili, karmatiler, Fatimiler'den tutun daha sayılarca şeyi barındırıyor içinde.

    Şifrelemeleri açıkçası biraz basit buldum. Cefrin bulunacağı son an ise umduğum gibi değildi. Daha doğrusu kitabın sonu kötü bitti. Sırda insanların ölümsüz olacağının bilgisi olduğu da söylendiği için ölüm hakkındaki çıkarımlar güzeldi.

    Ayrıca eserde büyük bir sorgulama da var. Anadolu'daki görüşler de ele alındığı için malum Bektaşilik, Alevilik, Caferilik üzerinde de çok duruluyor. Türkiye'de bulunan dergahlar da il il adres adres yazılmış. Değişik bir çalışma olmuş.

    Kalemi daim olsun.

     
  5. Yusufçuk Yusuf

    İsmi ile müsemma olan bir koca Çınar destanı...

    akçasazın ağaları serisinin ikinci ve son cildi. İnsanoğlu hafızası çok tuhaftır. Daha doğrusu mükemmel... birinci cildi olan demirciler çarşısı cinayeti'ni yıllar önce okumuştum. Yusufçuk Yusuf nedense elime geçmediği için aklıma mıh gibi Çakmayı kendime direttim ve kahramanları ve kurguyu unutmayarak beni bulacağı günü bekledim. Kürtçe çevirisi de çıkmıştı bu arada. 'Titirwask...' okudum kaç sayfa bir ara. Yalnız kaç sayfa dediğim ölçü küçük bir rakam değil üstadın eserlerine göre. 630 sayfadan aşağı olmadığını söylersek. Türkçesinin çok eski bir basımı elime geçince buradan devam edeyim dedim.

    Yaşar Kemal'in kaç yıl arayla yazdığına bakmadım açıkçası iki cildi. Değişim, değişmeyen tek şey gerçeğinden yola çıkarsak ya da ömürlük olmayan düşman, düşmanlık, kin, öfke, kın, örs, çekiç, iyilik, kötülük, zaman, dem, vakit, toprak, sıtma, ağalık, beylik, marabalık, ırgatlık, çağ, Tanrı, din, umut, insan, korku, cesaret, dost, ana, oğul, at, silah, zulüm ve yusufçuk Yusuf... ekimden sanayiye geçişin resmini de gizliyor içinde. Çağın gerekleri ve ülkenin sosyo-ekonomik değişimini muhteşem şekilde sunuyor. Demem o ki, ilk kitaplarında bir derebeylik vardı ve bu zamanla sanayiye atılan toprak ağalarının aracılığıyla cumhuriyet tarihine de bir anlamda halk ozanı olarak ışık tutuyor. Hukuğun yavaş yavaş oturuşu, ağaların kudretli yapılarının yine usul usul yok oluşu ki bunların farklı güç aracı olarak ikame edilmesi...

    gün geçtikçe bu adamın bu topraklarda yaşayan insan profilini ve öngörüsünü bir demirci ustası edasıyla çıkarıp gözümüze sokmuş olmasını da kendime ders sayarım. Tabi görmeyi bilene ki bu bahsettiğim tahlilin güncelliğini koruması sadece yaşadığımız an ile mukayeseden ziyade bir pazılın aynı parçalarının yer değiştirmesi misali...

    dönüp arkamıza baktığımızda ya da baktığımda; tarih karşısında hesap veren ve kısa çöpün uzun çöpten hakkını aldığı safsatası ile şişirilmiş olan ben'in ve bu nezdde bizim, haksız yere hiç açıklaması yokken sürülmüş, yok edilmiş, işkenceye uğramış, öldürülmüş, ölmüş, ölümlerden ölüm beğenmiş, bir avuç zorba karşısında direnmiş, gün gelmiş diz çökmek zorunda kalmışa haksızlık ettiğimi/zi düşünerek özür dilemeyi bir borç bilirim! O, yaşadığı hayatın aynasını eselerinde verdiği gerçeğini idrak edince doğrudan ve dolaylı olarak şahit olduğumuz birçok insanın ölümüne nasıl bir hak/hukuk terazisinden geçtiğini düşünerek yapılmış bir çıkarımdır.

    Gaflet ettiği şey para, güç ve hırsın önüne geçmemişlerin daim galip olduğu ve yeri gelmiş tarihin bu yönünü değiştirmişlerin de olduğu bir evren... üstadın birçok kitabını okudum. Yaşadığımız çağın günlerimi yoksa konjonktürel daha doğrusu psikolojik bir rahatsızlığın histerisi... yok cümleyi kuramadım da sona doğru toparlayacağımı düşünüyorum. Bu eserde bir tuhaf oldum diyebilirim. Onun hiçbir kahramanı siliktir diyemem lakin mestan'ın çaresizlikten bataklığa bıraktığı bedeni beni derinden etkiledi ki başka bir şey daha var sonlara doğru yazacağım...

    Betimlemelerdeki canlılık hayal gücümün doruğuna daha doğrusu kurgu içinde yer almama sebep olmuştur daim. Bunca kelimeyi bulup da ahenkle raks ettirmesini ve bir ayin bir Cem misali semaha döndürmeyi nasıl da ilmek ilmek işliyorsun be adam!

    Tek konu üzerinde durduğu söylenemez. Bana ağırlık olarak veya kitabın isminden de çağrışım yapacağı gibi 'korku' gibi geldi. Diğer eserlerinde insan öldürmek ya da birinci cildinde insan öldürmek o kadar ucuzken burada tam tersi. Bu da takdir edersiniz ki yukarıda saydığımız değişim faktörlerinin meyvesidir. Yusuf üzerinde duracak olursak, büyüdüğü yere olan geleneksel ve yıkılamayan tabular ile bağlığından ötürü kendisine yüklenen gerek cinsiyet, gerek Ferdi, gerek ailevi gerek ise Bey-köle ilişkisinin sağladığı o fedakar göreve rağmen yine bir çocuk misali kendini çoğu şeye karşı sorguluyor bulması, bir karıncayı incitmek istememesine rağmen bir adamı öldürecek olmanın ikircikli hali içinde bizzat kendisi tarafından yitirilişi bir manada insanı farklı dünyalara yol aldırıyor. Korku onu ondan alır. Bu korku bir insanı yok etmenin yazgısı ile boyundan, yaşından kat be kat yüklenişinin tabiri caizse tiksindirici hali. Aklın ötesinde bir empati duygusu var. Belki de TDK'nın yeni bulacağı kavram karşılığını bir kitapta ustaca veriyor bizim Homeros. Korku, Yaşar Kemal ile daha detaylı ve en isabetli bir duygu ile anlam buluyor hayatımızda. Korkmak eylemi hiç bu kadar insanüstü bir şekilde yazıya dökülmemişti. Gelgitler ile birleşince inanılmaz bir durum çıkmış ortaya.

    İntikam uğruna yok edilen hayatlar. İntikam uğruna üretilen anane ve sloganların bu günlere dahi etkisi ve gelişi. Ne ararsanız var bu destanda. Kendimi ve dünyayı buluyorum onda.

    Her bir karakterin ve yaşanmışlıkların istisnasız karşılığı vardır. O kendini toplumun gerçeklerinden sıyıran biri olmadı hiçbir zaman nitekim.

    İnsanlar, insanlık, memleket, hukuk ne kadar da Yaşar Kemal'in kitaplarına benziyor!

    Korkmak ayıp değil, insan olan bu duyguya sahiptir.

    O güzel atlar o iyi insanları alıp gittiler...

    Son eşkiyaya Saygıyla, özlemle, minnetle...