Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
OmayraaaBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
Kelime anlamı kuzu postuna yazıldığından ötürü cefr ismini alan Metin aktaş eseri. Nette Gaipten bilgi veren ilim denilmiş. Roman da bu yönde diyebiliriz. Fakat yazılış amacının biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Şia temelli mezhep ya da daha öncesi düşünceye dikkat çekerek özelde Anadolu topraklarında var olan tekke, dergahlar ve kolları hakkında detaylı bilgi veriyor. Polisiye, macera karışımı ile kurgulanan eser, yazarın birçok kitabını okuduğum için şaşırttı açıkçası. Doğu dilleri ve kültürü halkında araştırma yapacağı iddia edilen bir kadın ve erkeğin Tuncelili bir pir'i de kendilerine rehber edinerek çalışma yapacağı ile başlıyor. Lakin peşi sıra gelen cinayetler ile evrenin sırrına ulaşmaya çalışan birçok enteresan kişi ve grup doğuyor. Masonları dahil.
İşte romanın yazılış amacı dediğim durum bu sır etrafında şekilleniyor. Küçük küçük ipucular ile birçok bilgi veriliyor. Bu sır için bir tarikata üyeliğin şart olduğu dergahta Alman bayan kahramanın geçtiği yollar çok çarpıcıydı. Ölümle sınanma, açlık gibi korkunç fiilleri tek tek yenmesi okunmaya değerdi.
Gelelim bu sırra... İslam elçisinin miraca çıktığı zaman ya da aslında günümüzde olan ayetler dışında dördüncü Halife Ali'de daha farklı, gizlenmiş ayetlerin (farklı bir kutsal kitap) ve sözlerin olduğu söylenmektedir. İşte tam da buna cefr deniliyor. Cefr, Ali tarafından saklanıyor ve bugüne kadar gelip bulunması ile oluşacak alametler ve bu cefrin insanlığın kurtuluşu olacağı üzerinden bir kurgu. İsmaili, karmatiler, Fatimiler'den tutun daha sayılarca şeyi barındırıyor içinde.
Şifrelemeleri açıkçası biraz basit buldum. Cefrin bulunacağı son an ise umduğum gibi değildi. Daha doğrusu kitabın sonu kötü bitti. Sırda insanların ölümsüz olacağının bilgisi olduğu da söylendiği için ölüm hakkındaki çıkarımlar güzeldi.
Ayrıca eserde büyük bir sorgulama da var. Anadolu'daki görüşler de ele alındığı için malum Bektaşilik, Alevilik, Caferilik üzerinde de çok duruluyor. Türkiye'de bulunan dergahlar da il il adres adres yazılmış. Değişik bir çalışma olmuş.
Kalemi daim olsun.
İsmi ile müsemma olan bir koca Çınar destanı...
akçasazın ağaları serisinin ikinci ve son cildi. İnsanoğlu hafızası çok tuhaftır. Daha doğrusu mükemmel... birinci cildi olan demirciler çarşısı cinayeti'ni yıllar önce okumuştum. Yusufçuk Yusuf nedense elime geçmediği için aklıma mıh gibi Çakmayı kendime direttim ve kahramanları ve kurguyu unutmayarak beni bulacağı günü bekledim. Kürtçe çevirisi de çıkmıştı bu arada. 'Titirwask...' okudum kaç sayfa bir ara. Yalnız kaç sayfa dediğim ölçü küçük bir rakam değil üstadın eserlerine göre. 630 sayfadan aşağı olmadığını söylersek. Türkçesinin çok eski bir basımı elime geçince buradan devam edeyim dedim.
Yaşar Kemal'in kaç yıl arayla yazdığına bakmadım açıkçası iki cildi. Değişim, değişmeyen tek şey gerçeğinden yola çıkarsak ya da ömürlük olmayan düşman, düşmanlık, kin, öfke, kın, örs, çekiç, iyilik, kötülük, zaman, dem, vakit, toprak, sıtma, ağalık, beylik, marabalık, ırgatlık, çağ, Tanrı, din, umut, insan, korku, cesaret, dost, ana, oğul, at, silah, zulüm ve yusufçuk Yusuf... ekimden sanayiye geçişin resmini de gizliyor içinde. Çağın gerekleri ve ülkenin sosyo-ekonomik değişimini muhteşem şekilde sunuyor. Demem o ki, ilk kitaplarında bir derebeylik vardı ve bu zamanla sanayiye atılan toprak ağalarının aracılığıyla cumhuriyet tarihine de bir anlamda halk ozanı olarak ışık tutuyor. Hukuğun yavaş yavaş oturuşu, ağaların kudretli yapılarının yine usul usul yok oluşu ki bunların farklı güç aracı olarak ikame edilmesi...
gün geçtikçe bu adamın bu topraklarda yaşayan insan profilini ve öngörüsünü bir demirci ustası edasıyla çıkarıp gözümüze sokmuş olmasını da kendime ders sayarım. Tabi görmeyi bilene ki bu bahsettiğim tahlilin güncelliğini koruması sadece yaşadığımız an ile mukayeseden ziyade bir pazılın aynı parçalarının yer değiştirmesi misali...
dönüp arkamıza baktığımızda ya da baktığımda; tarih karşısında hesap veren ve kısa çöpün uzun çöpten hakkını aldığı safsatası ile şişirilmiş olan ben'in ve bu nezdde bizim, haksız yere hiç açıklaması yokken sürülmüş, yok edilmiş, işkenceye uğramış, öldürülmüş, ölmüş, ölümlerden ölüm beğenmiş, bir avuç zorba karşısında direnmiş, gün gelmiş diz çökmek zorunda kalmışa haksızlık ettiğimi/zi düşünerek özür dilemeyi bir borç bilirim! O, yaşadığı hayatın aynasını eselerinde verdiği gerçeğini idrak edince doğrudan ve dolaylı olarak şahit olduğumuz birçok insanın ölümüne nasıl bir hak/hukuk terazisinden geçtiğini düşünerek yapılmış bir çıkarımdır.
Gaflet ettiği şey para, güç ve hırsın önüne geçmemişlerin daim galip olduğu ve yeri gelmiş tarihin bu yönünü değiştirmişlerin de olduğu bir evren... üstadın birçok kitabını okudum. Yaşadığımız çağın günlerimi yoksa konjonktürel daha doğrusu psikolojik bir rahatsızlığın histerisi... yok cümleyi kuramadım da sona doğru toparlayacağımı düşünüyorum. Bu eserde bir tuhaf oldum diyebilirim. Onun hiçbir kahramanı siliktir diyemem lakin mestan'ın çaresizlikten bataklığa bıraktığı bedeni beni derinden etkiledi ki başka bir şey daha var sonlara doğru yazacağım...
Betimlemelerdeki canlılık hayal gücümün doruğuna daha doğrusu kurgu içinde yer almama sebep olmuştur daim. Bunca kelimeyi bulup da ahenkle raks ettirmesini ve bir ayin bir Cem misali semaha döndürmeyi nasıl da ilmek ilmek işliyorsun be adam!
Tek konu üzerinde durduğu söylenemez. Bana ağırlık olarak veya kitabın isminden de çağrışım yapacağı gibi 'korku' gibi geldi. Diğer eserlerinde insan öldürmek ya da birinci cildinde insan öldürmek o kadar ucuzken burada tam tersi. Bu da takdir edersiniz ki yukarıda saydığımız değişim faktörlerinin meyvesidir. Yusuf üzerinde duracak olursak, büyüdüğü yere olan geleneksel ve yıkılamayan tabular ile bağlığından ötürü kendisine yüklenen gerek cinsiyet, gerek Ferdi, gerek ailevi gerek ise Bey-köle ilişkisinin sağladığı o fedakar göreve rağmen yine bir çocuk misali kendini çoğu şeye karşı sorguluyor bulması, bir karıncayı incitmek istememesine rağmen bir adamı öldürecek olmanın ikircikli hali içinde bizzat kendisi tarafından yitirilişi bir manada insanı farklı dünyalara yol aldırıyor. Korku onu ondan alır. Bu korku bir insanı yok etmenin yazgısı ile boyundan, yaşından kat be kat yüklenişinin tabiri caizse tiksindirici hali. Aklın ötesinde bir empati duygusu var. Belki de TDK'nın yeni bulacağı kavram karşılığını bir kitapta ustaca veriyor bizim Homeros. Korku, Yaşar Kemal ile daha detaylı ve en isabetli bir duygu ile anlam buluyor hayatımızda. Korkmak eylemi hiç bu kadar insanüstü bir şekilde yazıya dökülmemişti. Gelgitler ile birleşince inanılmaz bir durum çıkmış ortaya.
İntikam uğruna yok edilen hayatlar. İntikam uğruna üretilen anane ve sloganların bu günlere dahi etkisi ve gelişi. Ne ararsanız var bu destanda. Kendimi ve dünyayı buluyorum onda.
Her bir karakterin ve yaşanmışlıkların istisnasız karşılığı vardır. O kendini toplumun gerçeklerinden sıyıran biri olmadı hiçbir zaman nitekim.
İnsanlar, insanlık, memleket, hukuk ne kadar da Yaşar Kemal'in kitaplarına benziyor!
Korkmak ayıp değil, insan olan bu duyguya sahiptir.
O güzel atlar o iyi insanları alıp gittiler...
Son eşkiyaya Saygıyla, özlemle, minnetle...
Evet belki bir La ve nar çiçeği değil ama bir de mücella'yı tanımak lazım! Bekiroğlu'num eseri.
Zamanın ne kadar hızlı geçtiğine bir kez daha şahit olduk. Bunu bir kenara bırakalım da; hep fırtınalı kişilikler roman olacak değil ya. Bir de etrafımızda, hayatımızda, geçmişte, gelecekte ve şimdilerde aramızdan usulca, öylesine, sessis, hissettirmeden, sönük bir şekilde insaları yazmak lazım.
Bir yanım mücella gibi olsun kimse almayacaksa ondan bir şeyler. Öylece, sessiz, fark ettirmeden kendini...
eser cumhuriyet tarihinin de bir nevi ışık tutuyor. Mücella'nın yaşı itibariyle Türkiye'de yaşanan tüm olaylar... bilim, teknolojinin gelişimi ve hayatımıza girmesinin basamakları, siyasetin işleyişi ne ararsanız var.
Evet, herkesin vefasız bir abisi Yok mu, yetim büyüyen, ömrünü 'acaba komşular, akrabalar ne der' diye geçirenler, yoksulluk çekenler, temizlik ile zaman geçirenler, sokağa çıkmasına izin verilmeyen kızlar, başkası için hayatını heba edenler Yok mu? Bence asıl hayat bu!
Bekar olarak annesi ile birlikte ömrünü yavaş yavaş ve hızla tüketen mücella. Hayat, isteyip de yapamadıklarımız ya da yaşayamadıklarımız arasında sıkışan zaman dilimi...
ben, yazarların silik karakterinin yerinde olmak istiyorum hatta onları sahiplenmek istiyorum. Öylece bir ömrü tüketmeyi istemek gibi...
Etienne de La Boetie' nin iktidarı eleştiren ve rejim/sistemden ziyade siyasal iktidarı ele aldığı için güncelliğini hiç yitirmemiş eseri. 1500'lü yıllarda hukuk okuyan yazar ki genç yaşına rağmen gizli bir şekilde basılan bu eserinde kul ve köle kavramlarının nasıl araç ve amaç olarak kullanıldığını çok iyi bir şekilde sunuyor. Dolayısıyla özgürlüğün nasıl ve ne şekilde olması gerektiğini sıklıkla yazıyor. İktidarın nasıl geldiğinden çok sürekliliğine bakıyor. Şimdi hayatına baktığımız zaman yazdıkları ile orantılı bir yaşam mı idame etmiş orası tartışılır bir konu.
Okuyunca aradan yıllar geçmesine rağmen yaşadığın ya da dolaylı olarak öğrendiğin bir çok durumu özetliyor. İktidarın temelinin tiranlık olduğunu vurgular ki bu tiranlığı sürekli hale getiren kişi ve durumlara da değinir. Ve bir de şöyle aktarıyor: "başlangıçta istemeyerek ve baskı altında kulluk edildiğini söylemek doğrudur; ama daha sonra buna alışılır ve sonradan gelenler özgürlüğü hiç tanımadıkları, bunun ne olduğunu bile bilmedikleri için hiç pişmanlık duymadan kulluk ederler ve babalarının mecbur kaldıkları şeyleri onlar gönüllüce yapar."
Lakin kitabın başında ise köleliğin gönüllü olduğunu kulluğun ise köleliğe mecbur olduğunu söylüyor. Tabi ki bunu da sağlayan siyasal iktidardır tezini öne çıkarıyor. Öte taraftan Homeros'tan örnek verince derebeylik kavramını kullanarak sonradan eklenen bir çıkarımdan bahsetmesi de tuhaf. Gerçi bahsettiği kitabı okumama rağmen açıkçası aklımda kalmadı. Homeros'un eserinden bahsediyorum.
Tiranlık değil de Meşrutiyeti olan olgu için işte 'gönüllü kulluk' cümlesini kullanıyor. Ve tabi ki kullaştırma da kullandığı argümanlar...
bu arada kendisi moteıgne'nin de yakın arkadaşıymış.
'Dinci faşizan güruh' söylemi patentini elinde bulunduran yazar.
Mürted ve muhalif kelimelerinin tınısını entrylerinde bolca gördüğümüz, birçok insan için kutsal olanlar ile arasına mesafe koymayı sevmeyecek kadar samimidir.
Dünyayı kurtarabileceğine İnanan bir oblomov'dur. -gülücük
1. | tesel-ya | |
2. | pozitifbakış | |
3. | med-czr | |
4. | harrani | |
5. | cahil kelimeler | |
6. | CAF CAF. | |
7. | Archiveottoman |
Takip edilen yazar yok. |
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |