Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

Hepi börtdeyyy omayraaa

*Teşekkür ederim bol kitap olsun. :)

*çok naziksiniz Belma..

*dermes çok teşekkür ederim iyi dilekleriniz için ama yazmayı hiç düşünmüyorum.;)

11.01.2024 23:53
  1. Çıplak ve Ölü

    Bir kitap okuyorsunuz. O an sanki dünyanın daha doğrusu ele aldığı konu veya üslup bakımından en iyi kitabı olduğuna karar verirsiniz. Evet bazen bu böyle kalır. Yeri ayrıdır. Ama gün gelir ki bu eğer bizzat yaşanmışlık üzerine ise zihnimizde ve yaşamımızda yer alan kitabın bir tık üstüne geçebiliyor. Öte taraftan her kitabın buğusu, büyüsü, toprağı, rengi farklı farklı hisler bırakıyor. Burada bahsetmek istediğim yakın yüzyılda yaşanmış savaş üzerine hakikaten bu kadar detaylı, bir insanın her profilini veren kitabın etkisiydi. Norman mailler ve Pasifik çıkartması...

    Şunu da belirtmem lazım. Yeni basımı olmayan bir eser. En son yanılmıyorsam can yayınlarından tek cilt halinde çıkmış. Ben çok eski basımını buldum. Daha doğrusu şöyle oldu; bir arkadaş bulmuştu bir fuardan bu kitabı. Okuduktan sonra meğer o basım iki cilt halindeymiş. Neyseki internet üzerinden bir sahaftan ikinci cildini temin edebildim. Bu enrty birinci cilt üzerine çünkü daha ikinci cildi okumadım. Okuduğun zaman ikinci bir enrty daha gireceğim zira birinci cildi 500 sayfaya yakın ikinci cilt ise 1030 sayfa... çeviriyi yapan Rasih güran'ı tekrar tekrar anıyorum. Emeği büyüktür çoğu eserde.

    Yazarın yaşanmışlığının toplamı Esasında. Kitapta tek kahraman Yok yani olay tek kişi etrafında dönmüyor. Savaşa katılan askerlerin savaştan önceki Yaşamları da ele alınıp ayrı ayrı bölümler halinde sunuluyor. Argo diyaloglar çok var haliyle doğallık katıyor.

    Mevzi kazıları, açlık, kötü yemek, insani ihtiyaçlar, rütbelilerin gerginliği ki keza erlerin de öyle... savaşın anlamsızlığı, biteceğine dair olmayan hayaller. Geride bırakılan çocuk, eş, sevgili, aile alibetinin muamması. Ele geçen Japon esire olan davranışlar...

    "-Ben savaşa tarihsel bir enerjinin başlaması diyorum. Ortaya çıkmamış güçleri, geliştirilmemiş kaynakları olan ülkeler vardır. Bunlarda, bir bakıma, bol potansiyel enerji mevcuttur. Bir yandan da bu potansiyeli ortaya çıkaracak, ifade edecek fikirler vardır. Bir ülke kinetik enerji olarak bir örgüttür. Koordine edilmiş bir çabadır; senin kullandığın yaftayı kullanmayan: faşizmdir.

    Sandalyesini hafifçe çekti:

    -tarihsel olarak bu savaşın amacı Amerika'nın bu potansiyelini kinetik enerji haline getirmektir. Faşizm fikri, düşünecek olursan komünizmden daha sağlamdır. Çünkü insanın yaradılışına tıpa tıp uygundur. Yalnız faşizm yanlış bir ülkede çıkmıştır ve bu ülkenin özünde faşizmi iyice geliştirecek potansiyel güç yoktur. Almanya'daki fizik araçlarının sınırlı olması yüzünden ana çelişkiler ister istemez aşırılığa kaçtı. Ama hayal yani fikir sapasağlamdır.

    Cummings ağzını sildi:

    -senin de, oldukça doğru olarak söylediğin gibi, bir osmosis alışverişi var. Amerika bu hayali benimseyecekti ve şu anda bunu yapmakla meşguldür. Bir iktidar, bir malzeme, bir ordu yarattığın zaman bunlar kendiliklerinden ortadan kalkmazlar. Bir ulus olarak bizdeki boşluğun sınırlarını iktidar yani güç doldurmuştur. Ve sana şunu söyleyebilirim ki tarihin gerilerinden henüz çıkmaktayız.

    -demek alın yazısı biziz, öyle mi? Dedi hearn.

    -tamamıyla öyle. Önündeki Seddi yıkan sular geriye dönmez artık. Sen bundan kaçabilirsin ama dünyaya sırtını dönmek demektir. Ben konuyu etüd ettim. Geçmiş yüzyılda tarihin akışı iktidarın gittikçe daha fazla pekiştirilmesi yönündeydi. İçinde bulunduğumuz yüzyıldaki fizik iktidar, evrenimizin genişlemesi, siyasi iktidar, politik örgüt hep bunu gerçekleştirmek içindir. Amerika'da iktidarda bulunanlar tarihimizde ilk defa gerçek amaçlarının bilincine varmaktadırlar. Göreceksin, savaştan sonra bizim dış politikamız daha çıplak, daha az ikiyüzlü olacak. Sağ elimiz emperyalist bir pençeyken sol elimizle gözümüzü kapatmayacağız artık.

    Hearn omuzlarını silkti:

    -çok kolay mı olacak bu sanıyorsunuz? Direnen olmayacak mı?

    -umduğundan daha az direnmeyle karşılaşacağız. Bak üniversitede bir kural öğrenmişsin: her şey hasta, her şey kokuşmuş. Çok doğru. Yalnız masumlardır sağlam olan ve masum insanların nesli de artık yavaş yavaş tükenmekte. Sana şunu söyleyebilirim ki insanlığın hemen hemen hepsi ölmüştür, şimdi yalnızca mezarından çıkarılmayı bekliyor.

    Diyalog devam ediyor arada geçenleri yazmıyorum ilgimi çeken kısmı aktarmaya devam edeyim.

    -... gerçek şu ki insanlığın başlangıçlarında da her şeyden önce büyük bir fikir vardı, bu fikri önceleri doğanın baskısı ve sertlikleri, sonra da insanlar doğaya hakim olmaya başladıkça, ikinci büyük bir etken, yani ekonomik korku ve ekonomik mücadele bozmaya başlar. Fikir berbat oldu ve yolundan şaştı, ama şimdi öyle bir zamana doğru gidiyoruz ki tekniğimiz artık bu fikre ulaşmamızı sağlayacak.

    ...

    -herkeste yanlış bir fikir var: insan yaban ile melek arasında bir şeydir. Aslında insan yaban ile Tanrı arasında gidip gelmektedir.

    -yani insanın en büyük arzusu sınırsız bir iktidar mıdır?

    -evet. Din değildir bu, açık. Aşk değil, maneviyat değil. Bütün bunlar o yolun önündeki engellerdir. Varlığımızın sınırlılıkları bizi rüyadan ayırdığı zaman kendi kendimize uydurduğumuz bahaneler. Rüyamız, tanrıya eşit olmaktır. Dünyaya tekmeyi savunduğumuz zaman tanrıyız. Evren duygularımızın sınırıdır. Ama yaşlandığımız zaman evrenin kendimiz olmadığını anladığımız anladığımız zaman varlığımızın en derin yarası olur.

    Kitabın ikinci cildinden sonra daha kapsamlı bir enrty gireceğim. O kadar çok kitap var ki, hangi birine sıra gelecek diye düşünüyorum.

    Müthiş bir eser. Tavsiye edilir efendim.

     
  2. Amok-usta işi

    Nedense; sayın yazarın yazdığı her cümleye naçizane kendimce bir yorum getirecek, alaşağı etmek değilde malum fikir teatisi babında alışveriş yapacak şartlar var da sanki, artık yukarıda sinirini naif başlığımdan çıkaran çocuğun etkisi de var mıdır bilmem ama böyle bir oblomovluk mu desem ya da tamamen volantirist bir hal içerisinde olduğum durum diyerek haydi vira diyeyim dedim. Ha cevabı uzun süredir okudum lakin bir 'alesta'/lık nefesi bulamadım kendimde. Mesele Zweig olunca böyle oluyorsa demek ki...

    İnsan dedik göreceli bir dünyası olan yaratık. Dünyadan kastım düşünce ile bir varoluşu destekliyorsak descartes misali eğer.... Var/oluş demişken yanına bir de absürdizm felsefesini iliştirerek 'intihar da bir felsefedir' ya da 'tek felsefedir' diyen kişiye nazire yapayım dedim yazdığım ilk paragraf geldi aklıma. Bu arada umarım böyle bir cümle kurmuştur filozofun biri. Şu gülücükten ekleyelim hele şuraya. Zihnim açılır belki.

    Şu hayata tepki koyma, mücadele, direnme dediğimiz şey belki de içinde intiharı da barındırıyor! Dersem ne ola ki acaba? Tamamen kendimle bir antagonizma hali yaşıyorum.

    Şu burjuvanın bohem hayatının oyuncağı dediğiniz şey hatta burjuva karşıtı proleter oluyor araya köylüyü de katarsam farklı bir felsefe ya da ekonomi sisteminden çıkarım diye korkmuyor değilim. Ya şunu diyecektim Esasında: şu bilinç ve kavrayış dediğimiz realiteyi işin içine katmak lazım. Bugün birçok olay veya olgu ile mukayese edebiliriz bu fiiliyatı. İnandığı ne varsa ve bunun adına ölmeyi göze seçmeyi de ele almak gerekir öte taraftan. Şu saatte bunları yazarken yıllar önce okuduğum; yalnızlık gittiğin yoldan gelir kitabında yaşamına kendi eliyle son veren ünlü insanları ele alarak kurguya müthiş bir heyecan katan yazar geldi aklıma. Çok fazla detaya gitmeyeceğim ki gıpta ile bakıp belki o kitabı okursunuz, neden olmasın ki... oradan Orhan Pamuk'un kar kitabındaki Batman görünümlü Kars'a değinmeyeceğim. Bunu da okursunuz yani, bu da umut işte.

    Onca şeyden sonra tüm yazdıklarımı çürütecek ya da itibarsızlaştıracak bir cümle kuracağım: aman, kim ne yapıyorsa yapsın!

    Yok! Ben böyle diyemem yahu, içimde kalır. Evet, güzel günler görelim. Bu fiili en aza indirgeyecek bir dünya dileğiyle...

     
  3. mukaddime

    Evet birinci cilt üzerinden naçizane yorum yapmaya devam edeyim dediğim başlık...

    Kelime anlamına pek değinmemişim yukarıda. Arapça bir sözcüktür. K(q)dm kökünden yani giriş yapan takdim de bundan türetilmiştir. Söze giriş yaptı filinden ki eğer -t varsa kelimenin sonunda dişi (müennes) oluyor. Muhtemelen vardır.

    İnsanın toplumsal yaşamın niteliği üzerine yazılmış ki bilirsiniz sonu gelmeyen derin bir felsefe. Bir diğer başlık ise Bedevi uygarlığı, yaban kavim ve aşiretlerdir. Burada ise en çok ilgimi çeken alt başlık ise şuydu: 'yerleşik yaşam insanların yumuşak başlılığı onların cesaretini ve direncini kırar' başlığıydı. Ve altını çizdiğim şu cümleler tabi ki tam açıklayıcı olmayacaktır. "... daha sonra, dinin, insanlar üzerindeki etkisi azaldı ve insanlar kısıtlayıcı yasalar / kurallar kullanmaya başladılar. Din yasası / kuralları basit bir bilgi dalı ve eğitimle ve öğrenimle kazanılan bir teknik oldu. İnsanlar yerleşik bir yaşama başladılar ve bir karakter özelliği olarak yasalara / kurallara tabi olmayı kabul ettiler. Bu da insanların ruh gücünde bir düşüşe neden oldu."

    Şu halde demek istediği hükümet, yönetim yasaları veya eğitici kurallar cesareti kırar. Bu bölümde göçebe yaşamın ve ayrıca yerleşik yaşamın sosyolojik boyutu, aşiret ve oradan da monarşi, hanedan gelişimi vs değiniyor. Ben bu yorumlarda sosyolojik kavramını kullanıyorsam bir önce yazdığım entrydeki birçok şeyi içine katarak kullanıyorum ki tekrar tekrar yazmanın biraz laf kalabalığı olacağı düşüncesindeyim.

    Bir sonraki bölüm ise hanedan, monarşi, halifelik ve kamu görevi. Şimdi burada ilginç bir detayı aktarmak istiyorum. Malum, Haldun, o yüzyılın çoğu devlet, krallık ve hanedanlığından bahsediyor. Roma'dan bahsederken sanki Fatih'in fetih yapmış olduğunu görüyorsunuz. Burada öngörü de diyebiliriz mi? Hayır gerçi bir not düşülmüş peygamberin hadisinden ötürü fakat yazdığı bölümde sanki Müslümanların elindeymiş gibi bir hava katıyor.

    Öte taraftan Haldun'un sınıfsal toplumun niteliği sorununa ilişkin bir çözümlemesi Yok. Daha çok toplumun yaşamına hükmeden yasalarına ilişkindir eseri. Bu çözümlemenin Tezat durumunu dile getiren marks, sınıfsal köklere ilişkin sorunu çözmeden tarihsel niteliği kavranamazdır sözüydü. Haldun kentsel ve kır yaşamının tarihsel boyutunu misal sürekli dile getiriyor. Ki kendisinin yaşadığı dönem toplumsal mücadelenin olduğu bir dönemdi. Hüküm süren feodal sınıf askeri kabile soyluluğu elinde geniş toprak bulunduruyordu. Diğer taraftan sürekli artan gereksim ve ataerkil acımasız soyguncu bir sömürü vardı. Bu arada sıkça kullandığı 'Ümran' medeniyet kelimesini de yazmak lazım.

    Şimdi bu eseri akademik gereklilik falan için okumak değil benimki. biraz daha tecessüs. Şimdi tavsiye edip etmeyeceğimi bilemedim ki zamana yayarak okuyorum. Üçüncü cilde başladım şimdiler de.

    İkinci cilt üzerine bir diğer entryde görüşmek üzere diyelim sonrasında ise üçüncü cilt.

     
  4. mukaddime

    Öncelikle şöyle bir giriş yapalım: İbni Haldun'un içerisinde birçok bilim dalını barındıran eseri. Sosyoloji, iktisat, tarih, coğrafya. Ki bana göre evrim, psikoloji ve daha birçok dal... İbni Haldun gelmiş geçmiş en önemli entelektüel ve dehalardan bir tanesidir. İktidarlara karşı olan tutumundan bahsetmeyi farklı bir başlıkta yazılması taraftarıyım. Yaşadığı yüzyılın ve sosyolojinin içerisinde tartışmak gerekecektir zira.

    Açıkçası çok derin ve elimde bulunan üç ciltlik kitaba nasıl ve hangi kısım ele alınarak enrty girilir sorusu ile cebelleşirken anca yüzeysel bir açıklama yazılabilir diye düşünüyorum. Çünkü her bölüm ve bölümlerin başlıkları dahi ayrı bir tartışma konusudur. Ben ilk yorumu 1.cilt üzerinden bir girizgah yapıp 2. ve 3. cilt olarak da farklı enrty girmeye karar verdim. Şu anda kitabın yazarı ve ilk cildi için birkaç cümle yazıyorum.

    Kitabı okuduğunuz zaman, Haldun kendisini bir tarihçi olarak tanıttığını görürsünüz. Ya da ele aldığı tüm konuları tarih bilimi içerisinde görüyor. "Uygarlığın doğasını, niteliğini, yani yaban-ilkel yaşamı ve toplumsal yaşamı, klan anlayışından ileri gelen özerkçiliğini ve bir grup insanın başka bir grup insan üzerinde egemenlik kurmasının koşul ve özelliklerini incelemenin söz konusu olduğunu kesinlikle belirtir. Bu son husus, iktidarların, hanedanların ve toplumsal sınıfların Doğuşunun incelenmesine götürür konuyu. Ondan sonra tarih, kazanç getiren, kârlı mesleklerle ve yaşamın kazanma tarzlarıyla, yani insanların etkinlik, çalışma ve çabaları konularına giren konularla ve aynı zamanda bilimler ve sanatlarla ilgilenir. Kısacası uygarlığın ayırdedici özelliği olarak ne varsa tarihin konusudur."

    Ekonomik sorunlara, emek ve kâr sorunlarına gösterdiği ilgiyi de belirtmek gerekir.

    Kendi çağının çok ilerisinde olduğu aşikardır.

    Rasyonalist bir kitaptır. Ele aldığı birçok konuyu neden sonuç ilişkisi üzerinden değerlendiriyor. Pragmatik, dogmatikten uzaklığı, determinist ve hatta diyalektik bir bakış açısı içerisinde sorunlara yaklaşımı bariz görülüyor. Somut tahliller yapıyor. Dikkat çeken bir durum var ki bunlara rağmen tüm bölümlerin sonuna "her şeyin en iyisini Allah/Tanrı bilir ve Tanrı alimdir demesi... Şimdi bunun neresi ilgi çekicidir diyenler olabilir ama bana göre ele alınması gereken en önemli bir yandır. İbn Haldun'un din ve iktidarın yaptırımlarından korunmanın bir nebze zırhı mı acaba bu söylem?

    Ona göre, düşünce beynin orta boşluğunda yer alır. İnsanın mantıklı bir uslama yetisi vardır. Her bilim her kurgu zekanın güçlenmesine katkı sunar. İbni Haldun da Yunanlılar gibi üç ayrı zeka derecesi belirtir.

    -ayırdedici

    -görgül deneyci

    -kuramsal

    Kendisi mantık hakkında şunu der: doğrunun yanlıştan ayırdedilmesine olanak veren normlar sistemidir ve dogmalarla çelişki halinde değildir. Bunu nereye bağlayacağımı merak edenler için Yves Lacoste yukarıda belirttiğim soruya bir bakış açısı getiriyor İbni Haldun üzerinden. Şimdi devam edelim anlaşılır olması için; mantık için teferruatlı ideleri ile birlikte sekizinci ve dokuzuncu yüzyıldaki, rasyonalist ve hatta özgür düşünceli/laik sayılan ama gerçekte insanın özgür iradesinin eksiksiz tüm iktidarını savunan Mutezillerden yola çıkan İbn rüşd ile doruğuna varan bir düşünce akımı içinde yer alır. İbni Rüşd: "ey insanlar, ben demiyorum ki sizin tanrısal bilim dediğiniz bilim gerçek dışıdır ama diyorum ki, ben, insan biliminin bileniyim." İbni Haldun hatta bu yumuşatıcı öz sözle eşari okulunun dinsel tepkisinden kurtulamamıştır, bunlar, dokuzuncu yüzyıldan bu yana yasanın mantık üzerinde daha baskın olduğunu olumlarlar ve insanın özgür iradesini yalanlarlar. Öyleyse ibni Haldun şöyle yazılabilir: "mantık, din yasalarına ve onların açık anlamlarına karşıt olabilir... hiç kimse ilk önce, islamın dinsel bilimlerine tam hakim olmadan mantığa başlayamaz. Yoksa onun kurbanı olur." İşte tam da burada dediğim gibi yves lacoste İbni Haldun'un düşüncesi için şunu der: "çelişkili-tutarsız bir bütünlük" ve "diyalektik bir çelişki" cümlelerini kullanır. Ha ben yukarıda kendisi için diyalektiği kullandığını söyledim, Bunun arkasındayım. İşin tuhafı Bunu görüyorsunuz lakin akabinde bir paradoks Beliriveriyor.

    Öte taraftan yer yer pozitivizm ve yukarıda saydığım düşünce sistem ya da tekniklerinin yanında mistizm, Teoloji ve ara ara da bunlara aşırı bağlılık mevcuttur kendisinde. Büyücülük ve nazar bölümünde bu görülüyor. Orada hipnozdan da bahsetmiştir. Rüyaya da değiniyor. Tam da burada bir ayrı bir paragraf açmak istiyorum ki hem Haldun'un Mutezile hakkında ki görüşleri hem de Mutezile'nin büyücülüğe bakışı nedir diye. Mutezile büyücülüğü reddeder, hiçbir karşı gelmek, çiğnemek gibi derdi olmayan insanın sıradan işleri dışındadır. Onlara göre mucizeler konusunda hileye, düzene inanmak saçmadır. Ki bunlar çok hüzünlüdür ki Müslüman dogmasını Yunan felsefesi istilasına karşı savunmak istediler. Bunu da filozofların silahını kullanarak yapacaklardı. Eşari olmasaydı tabi. Mutezile kelime anlamı ise kendini uzakta tutandır. Bu paragrafı yazmamın sebebi Haldun'un büyücülük ile yine çelişkili açıklamaları var.

    Giriş bölümde tarihin tanımı uzun uzadıya yapıyor. Ve de tarih tahrifatını... geçmiş ve kendi yüzyılının devletlerine değiniyor.

    İlk başta ise insan uygarlığı başlığı altında bir dünya haritası çerçevesinde ırklar, devlet üzerinden gidip tüm yanları ile bilgi verirken iklimin insan üzerindeki genetik, insani, psikolojik, sosyolojik kısmını yazıyor. Bu enrty biraz uzun oldu ki birinci cilt hakkında yazacaklarım da bitmedi. Yine birinci cildin devamı olarak bir alt enrty açayım. Çünkü uzun yazılar göz korkutuyor malum.

     
  5. esir şehrin insanları

    Kemal Tahir'in esir şehir üçlemesinin ilk kitabı...

    savaş dediğimiz şey tamamen çarpışma kısmından ibaret değildir. Savaşa neden olan koşullar, cephede olmayıp desteğini farklı bir biçimde gösteren insanların öyküsü ve kadının yeri... bu bağlamda dönemin bir nevi dolaylı ya da doğrudan tanığı olan donanımlı yazarları okumak lazım ki Kemal Tahir Bunun güzel örneklerindendir çok yararlı olacaktır. Bana kalırsa özellikle ülkemizde okumayan tek insan kalmaması lazım.

    Eser, birinci dünya savaşı sonrası, İstanbul'un durumunu ele alırken ayrıca kurtuluş savaşının halkın, padişahın, padişah yanlılarının, gazete/gazetecilerin, burjuva diye nitelendireceğimiz insanların, aydınların, eski asker ya da herhangi bir meslek Erbabının ve dahi küçük çocukların gözünden olumlu ve olumsuz halini her yanıyla büyük bir heyecan katarak sunuyor.

    Kahraman, bir paşanın oğlu olan entelektüel kamil bey'in dönemin ekonomik koşullarından nasibini alıp bir şekilde Mustafa Kemal ve kurtuluş savaşı yanlısı eski arkadaşlarının arasında buluyor kendisini. O zamana kadar Anadolu'yu bilmeyen, halkın içine katılmayan, iyi bir tahsili olan ve sürekli Avrupa'da gezen biriyken cephane sağlamak; eşi yine kurtuluş savaşı yanlısı olduğu için tutuklanan İhsan bey'in eşi Nedime hanım'ı ele verememek için direnip mahkum olan birine dönüşmesi çok müthiş bir şekilde işlenmiş. Kemal Tahir, kahramanların gözünde her olay ve olguyu o kadar iyi analiz etmiş ki öngörüsüne hayran kalıyorsunuz. Arkadaşı Ahmet'in işkencede çözülmesi sonrası yalnız kaldığında yaptığı iç konuşma çok etkileyiciydi. Eşi Nermin hanım'ın kızı Ayşe için ve geleceklerinden endişe duyması kamil bey'i yolundan etmeyecektir. Yine bir o kadar etkileyici olan kısım ise cephane ve belli belgelerin Anadolu'ya gizlice sevki esnasında işin içinde olan ve bir süre kamil bey'e hapishane arkadaşlığı yapan, birlikte suç üstü yakalanan adamın (şu anda ismi aklıma gelmedi) eşinin görüş esnasında ikinci İnönü zaferi haberini getirmesiydi. Adamın eşi hakkında olan görüşleri de keza aynı etkiyi bıraktı.

    Şimdi bir diğer kahramana gelirsek ki bu kadın direnişi için bir sembol olarak işlenmiştir hem basın/yayın yolu ile hem de illegal yoldan her türlü yardımı sağlayan güçlü karakteri ile Nedime hanım... Sultanahmet mitinglerini biliriz zaten inkılap tarihinde.

    Bir anlamda mim mim, karakol cemiyetinin o tarihteki yerine değinirken, aynı zamanda birçok durumun da çıplak halini sunuyor.

    Tabi şunu da söylemek lazım, genelde müfredatta işin harp kısmına çok değinilir. Arka kısmı hatta en önemli kısımlarını ise gerek yazınsallar gerekse türküler dile getirir. Bir gerçek ki o dönemde kurtuluş savaşını eşkiya diye nitelendirdikleri kişilerin yaptığını savunan, savaşın kazanalıcağına inanmayan birçok kişi var. Kuvayı milliye ve düzenli ordunun Halkın zararına olduğunu ve mandayı isteyen bir yönetimin yönlerine de değiniyor. Yani biz genelde tarihe Anadolu'dan bakıyoruz kitap ise İstanbul'dan bakmamızı sağlıyor. Bir daha anlaşılıyor ki o şartlara rağmen bu çok büyük bir başarı ya da tam olarak nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum.

    Üslup ve kurgu çok iyi. kahramanlar titizlikle yaratılmış. Oldukça akıcı... Kemal Tahir Türk edebiyatının hakikaten en önemli isimlerindendir ki eserleri de klasik denilecek kadar değerlidir. Modern bir destan ya da halkın destanı da diyebilirsiniz.

    Geriye dönüp yazdıklarımı okuduğumda kamil bey hakkından birçok şey yazdığımı gördüm. Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: kamil bey'in böyle olmasını sağlayan ve etkileyen kişi Nedime hanımdır.

    Şimdiler de üçlemenin ikinci kitabı olan esir şehrin mahpusunu uzun bir ara vererek okumuş bulunuyorum. Mutlaka okunmasını tekrar tekrar dile getiriyorum...