Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

Hepi börtdeyyy omayraaa

#3m0c Teşekkür ederim, çok naziksiniz..

12.01.2024 09:59
  1. Beyaz gemi

    Beyaz Gemi... hiçbir şey beyaz kalmıyor. Cengiz Aytmatov'un iyi ve kötü kavramlarını kendi kültürü içerisinde evrensel bir bakış açısıyla, dünyaya bir çocuğun gözünden bakarak anlaması ve anlatması...

    evet o çocuğun çok basit ve esasında çok zor sorusuyla başlayalım: "neden bazı insanlar kötü bazları iyi?" Ben de bilmiyorum be çocuk... başka bir yazar şarktan garba bu kavramları açıklarken geçmişte yaşayanlardan da örnek verirdi. Dünyanın hiçbir şeyi tek bir insandan önemli değildir, ya örs olacaksın ya çekiç veya yakın dönemde gandi'nin pasif direnişi... Öte taraftan sineklerin Tanrı'sını okurken daha da farklı hal alıyor durumlar.

    Roman kahramanı yedi/Sekiz yaşlarında bir çocuktur. Saflığın, bozulmamışlığın ve geleceğin sembolüdür. Aytmatov çocukluğun saf ve temiz dünyasından hayatın acı ve çıplak gerçeğine uzanan bir kurgu çıkarmıştır. Lakin güçlü-güçsüz, ezilen-ezen realitesinden ötürü iyi olmanın aptallık sanıldığı ve asla mükafatının olmadığı bir düzeni sorgulanması mecbur kılıyor. Kendisi o dönemde bu romanın sonundan dolayı çok eleştiriyor. insan ve doğanın bir uyum içinde olacağına ve eserde de yer verdiği halk destanlarına odaklanmayı öngörmüştür. Bu destanların her ne kadar gerçeklik payı olamasa da insan hayatında biraz olsun kendine bir yol edinmeyi amaçladığını düşünür.

    İnsanların doğaya verdiği zarar, insanın insana ettiği zulmü küçücük bir bedenin dahi kaldıraması.

    "Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşmadığı her şeyi reddettin. İnsandaki çocuk vicdanı, tohumaki öz gibidir. Ve o töz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez."

    Aytmatov ısrarla kötülüğün zafere ulaşmadığını söylüyor. Çünkü ahlak üstünlüğünden bahsediyor ve kazanan daim iyiliktir diyor.

     
  2. Varidat

    Şeyh Bedrettin'in tasavvufi manada insan ve Tanrı'yı İslami yorumlama da alışılanın dışında ele aldığı düşüncelerinin toplandığı eseri. Malum panteist bir düşünce içerisinde kendisi ve enel-l hak söylemini biraz daha ayet ve hadis ile yeni bir biçemle açıkladığı "evrende tanrı'dan başka varlık yoktur. bütün evren tanrı'da, tanrı bütün evrendedir." gibi şerhlerle sunduğu bu döneme kadar gelebilen bu bağlamda tam bir asimileye uğrayıp uğramadığını da bilmediğimiz düşünceleridir.

    Yine de genel manada okunduğu zaman yaratıcıyı rasyonalizm ile bulunacağına işaret ediyor. Lakin aklı tam olarak üstün görüyor da diyemeyiz. Bu da islamın biraz ilerisinde olandır. Zira yaratıcıya akıl ile varılacağını söyleyen pek bir durum yok çoğu yorumlamada ki zamanla bu akım da saf dışı bırakılmıştır rüşd'ler gibi...

    zaman zaman somut olan olay ve olguları aktardığı bazı bölümlerde diyalektiği görebildim. Özellikle nesnenin değişim ve dönüşüm hali ile olan yerlerinde. İyi ve kötü olarak bir sınıfsal ayrıma gidiyor genel itibari ile... ölüm, ölümsüzlük, insan, Tanrı, melek, şeytan gibi konuları kendi batın düşüncesi içinde harmanlamıştır. Bedrettin aldığı ilim ile de bir ekoldü o dönemde ve bu yanı asla unutulamaz. Dönemin en meşhur alimleri ile dünyanın birçok yerinde tartışma imkanı bulmuştur. Bundan ötürü salt kendi bildiğini okuyan biri olarak görülmemeli. Bunun dışında kendisi bir hukuk insanıydı.

    "Çünkü Allah kulun şeklini almaya muktedirdir" diyor bir bölümde. Birinin: 'ben tanrı'yım demesi doğrudur' der akabinde. Bu, islam dünyasında bildiğimiz üzere eleştirilen bir şerhin başında geliyor ki bedrettin'de aynı şekildedir. Bunun örnekleri tarihte mevcuttur. Mansur gibi.... Eser sonradan derslerinde ya da öğrencileri ile olan sohbetin yazıya aktarılması olarak görülüyor.

    Bedrettin'in dünya görüşü De belli oluyor. Lakin bu eserde bu yorumlamada bulunmayacağım. Biraz daha Teoloji kısmına değinmek yerinde olacaktır. Onu da farklı bir kitap başlığı altında yazarız umarım...

     
  3. Parçalanma

    Man Booker ödüllü yazar chinua achebe'nin eseri. Yazar başta kendi kültürünü aktarırken (Afrika) evrensel olmayı yakalamıştır. İnanç ve yaşayış biçimlerine kitap süresince adapte olmak biraz zaman alıyor. Ananelerin bazı korkunç taraflarını da görürken ayrıca bazı güzel ananelerin Yok oluşu haliyle üzüyor insanı.

    Bir taraftan kültür, komün yaşamı ya da kendilerine has yaşam alanlarını koruyanları bir tarafta misyonerlerin kendi inanç ve yasalarını insanları bölüştürerek yerleştirme çabaları okuyorsunuz. postkolonyalizmi çok net görüyorsunuz.

    "Eneke kuşuna neden hep uçtuğunu sorduklarında şöyle demiş: insanlar ıskalamadan vurmayı öğrenince ben de hiçbir dala konmadan uçmayı öğrendim.

    Sonu hüzünlü bitiyor.

     
  4. Kum kitabı

    Jorge luis Borges'in birçok kısa kısa hikayelerin bulunduğu eseri. Önsözünde ise yazar hakkında detaylı bilgi sunan james woodall'ın yazısı var. Eseri ise bir anı defteri olarak da nitelendiriyorlar.

    Hafif hafif postmodernliği görüyorsunuz. Yaşadığı çağın, bölgenin izlerini barındırıyor ve haliyle zor bir eser.

    Borges kendine has yazın tarzını zaten oluşturan bir insan. Özgünlüğü tartışılmayacak ve özellikle kendini şair olarak gören insan. Fiziksel engellerin dahi yolundan edemediği biri.

     
  5. tatar çölü

    Okurken ara ara bu dünyayı ve yer yer de insanları/kendimi bastiani kalesi sandığım, her sayfasında bu gerçeği yüreğimin ta derininde hissettiğim; hiçliği, varoluş dilemmasını iyice çıkmaza sürüklediğim dino buzzati'nin, birçok yazarın da tarzını sezdiğim eseri. Misal; Dostoyevski, camus, kafka...

    esasında insan yazgısının değil, kendimizin kaderi belirdiğini düşünürken 'coğrafya kaderdir' sözü ile günlerin ne kadar çabuk ve yavan geçtiğini teğmen drogo'da fark ediyorsun. Erteleyişler, alışmaları görünce pesimisteliğe doğru yol aldığınız korkutabilir sizi. Ne istiyorsun ve sana sunulanı nasıl kabulleniyorsun gerçeği ağır basıyor kitapta. Öte taraftan kitabı okurken ve kendimizle mukayese ederken olanları, yaşamın gerçekten sığlığa layik mi sorusu doğuyor. Öylece bırakıp geçsin mi hayat gözden/gönülden uzak bir girdaplar kalesinde diyorsunuz. Sınırda olan bir kaleye giden çoğu askerin ortak kararları ve bu karara sürükleyen ruh hali, değiştirmek için tabiri caizse kılını kıpırdatmayanların iyi bir somut analizi var. Yıllarca bu ahvali sadece gelebilecek bir düşman tehditi ile taçlandırmak...

    Bir ömür, bu şekilde tüketilmeyi hak eder mi?

    Evet, yaşam bir bastiani kalesi ve hepimiz bir teğmen drogoyuz. lakin bunu değiştirebilecek güce de sahibiz. Ya o kalenin içinde kendini kandırıp ve hiçbir atak göstermeden olmayan bir düşmanı bekleyeceksin ya tam da o düşman geldiğinde ömrünün sonunda olacaksın ya da o kaleden çıkıp farklı ve türlü türlü cafcaflı mimariler ile olan şeyleri göreceksin.