Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

246 entry 264 konu hiç puanı yok
12.10.2024 11:52 son işlem tarihi takip etme takip et

tanrım ya beni yaratmayacaktın ya da arapları

Tarih araştırması yapıyorum deyip duysa anakronizmi bir yemek biçemi sanacakların ırk obsesyonuna vardığı durum.

Gülsen gülemen ağlasan ağlaman..

bir haftada buraya varıldıysa bir yılda vakanüvis olunur diye düşünüyorum.

12.10.2024 11:52
  1. Amok-usta işi

    Sorduğunuz soruya naçizane birkaç edindiğim bilgi ile kendi yorumumu katarak açıklamak isterim sayın sofestai.

    Öncelikle intihar duygusu ya da düşüncesi inanıyorum ki her insanın aklından en az bir defa geçmiştir. lakin bunu pratiğe dökmez. İnsanoğlu her ne kadar güçlü ise her şey zıttı ile zuhur bulur realitesi ile bir o kadar da güçsüzdür. Tahminimce genelde insanlar özelde ise stefan zweıg intiharı teorik olarak vardır ki o dönemin koşullarını ve üstelik zweıg'in hümanist yanının kendisine bedel olarak da ödetilmesi ile çok zede almıştır. Diğer taraftan var olan intihar düşüncesi sürekli ertelenir bazı durumlar ile. İlk eşini buna sürükleyip sürüklemediğini yani böyle bir teklifte bulunup bulunmadığı konusunu bilmiyorum. İkinci eşi ile olan birliktelikte ise başta biraz mutlular ve ikinci eşi de zweıg'in bu eserlerini okuyup intihar duygusunu muhtemelen eşinde var olduğunu biliyordu. İkinci eşi de zweıg gibi hümanist bir insan ayrıca ilerleyen hastalığı nedeni ile de gayrı ihtiyari olarak hayat zor geliyordur. Eşinin, güzel bir dünyanın varlığını ya da hayalini anlatmasını istemesi hemen hemen aynı dünya görüşüne sahip olduğunu gösterir. Gelelim ikisinin aynı anda intihar etmesi ise o dönemde zweıg'in çok sevdiği bir arkadaşının eşi ile birlikte intihar etmesi zweıg için bir örnek teşkil etmiş ve karısını bu olaydan sonra ikna etmiştir. İlk intihar eden zweıg olmuştu. Lotte eğer aynı fikirde olmasa inanıyorum ki her an vazgeçebilirdi. Çünkü yaşam dediğimiz şey hakikaten tüm olumsuzluklara rağmen yaşamaya değerdir. Bu bağlamda evet teklif edip ikna etmiş olabilir lotte'yi ama takdir edersiniz ki son karar lotte'nindi.

    Son bir yorum getirecek olursam kendi görüşüm tabi ki; belki de yalnız başına bir ölümden dolayı korkmuştur. Ya da insan yapacağı bir eylemde bir ortak arar.

    Tanım: "intihar, derin bir vicdan gerektirir!" Sözünü akla getiren hikayeler bütünüdür.

     
  2. Amok-usta işi

    Stefan zweıg'in okuduğum tüm kitaplarından sonra kendisini övmekten asla yorulmam. Yanlış zamanda mı doğdu yoksa hiç doğmamalı mıydı? İnsanların en ince detayına müthiş tasvir ve analizlerle nokta koyuyor. O bir insan...

    Eserde iki hikaye var, önceliği olan amok...

    "Amok, Malezya yerlilerinde görülen bir delilik hali... buna yakalananlar, ileriye atılır ve nereye gittiğini bilmeden durmadan koşar, önüne çıkanı öldürür. Geldiğini görenler, tehlikeyi çevreye duyurmaya çalışarak bağırırlar: 'amok! Amok!' Herkes kaçar... ama bir amok'un delice koşusu sonsuza dek, cezasız süremez." Daha çok iç dünyanın yani ruhsal hastalığın fiziksel yokluğa doğru ilerleyeşi. ölümün, öldürülmenin ya da intiharın ardından yaşam akışının ya da yaşamın devran etmesinin sorgulayışı, cümlelere Harika bir şekilde dökülmüştür.

    Usta işi...

    Hırsızlığı farklı bir bakış açısı ile alan ikinci hikaye...

    Tahsin Yücel'in iyi çevirisi ile hayata farklı bir iz bırakan stefan zewıg eseri...

     
  3. Sahaf Mendel Bir Kadının Yirmi DÖrt Saati

    Bir kitap içerisinde üç hikaye barınıyor ve hepsi birbirinden güzel. Stefan zweig öykü konusunda aklıma gelen en önemli kişilerdendir. Bunu o kadar iyi başarıyor ki bir çırpıda okunuyor ve uzun süre hafızalarda kalıyor.

    Yarattığı betimlemeler sizi ona o kadar yakınlaştırıyor ki o hümanist yanını te yüreğinizde işitiyorsunuz. O ne yapıyor biliyor musunuz? Bir anlık gaflete düşmüyor, empatinin en hasını yapıyor, farklı bir tarafı ile görüyor/okuyor durumları...

    Bu adamda gördüğüm tek şey 'insanlık.' Okuduğumda umudum yeşeriyor ki hayat hikayesini bilmeme ve şu dünyanın kötülüğüne dayanamayıp intihar etmesine rağmen.

    İlk öykü sahaf Mendel... savaşların ve savaş politikalarının suçsuz insanları getirdiği noktayı hüzün ile veriyor. Sahaf Mendel'in kitaplar hakkında olan görüşleri ve kişilik analizlerinde kendimi çok buldum.

    İkinci öykü ise kadın ve doğa.

    Ve son öykü bir kadının yirmi dört saati...

    Yirmi dört saat içinde insanın başına geleceği ve sağlıksız da olsa düşündüğü ya da karar vereceği şeylerin ustalıkla eleştirmeden yansıması. Deyim yerindeyse hakimlik değil de avukatlık yapan birinin insanca insanları anlaması.

    Sonuna kadar dinleyen ve önyargısız da ranan insan portresi. Kadınların iç dünyasını da tarafsız ve gerçek bir şekilde sunuyor.

    Burada çeviriyi yapan Hamdi varoğlu'nu eklemeden geçemeyeceğim. Kesinlikle çeviri çok önemlidir.

    Zweıg okunmalı ve okutulmalı...

     
  4. Ses ve Öfke

    Kitap okurken çok kolay konsantre olup ve etrafımdaki gürültünün benim için çok da önemli olmadığı yargısını altüst eden William faulkner eseri. Bu güne kadar okuyup da çok iyi anlamadığım tek kitap. Her okuduğum sayfa sonrasında anlamamış olmama ve kendime kızgınlığımın boşuna olduğunu, kitabı okuyanların benimle aynı görüşte olması sağladı. Eserin teknik olarak farklı ve özgün olması eseri kült yapan nedenlerin başında geliyor. İlk iki bölümde tam anlaşılmıyor çoğu şey. İlk bölüm zaten zihinsel engelli karakterin ağzı ile yazılmış ki çok zordur ama oldukça başarılıdır. Tam da burada çevirinin kusursuz olduğunu söylemek gerekir. Rasih güran'ın emeği büyüktür.

    Dünyanın en zor yapıtı diyebilirim. Belli bir olayı farklı kişilerin anlatımı oluşturuyor eseri. Şu bakış açısı dediğimiz şey ve algılama ya da görme ile yorumlama göreceliliğine mükemmel bir şekilde veriyor. Bir aile içindeki çarpık ilişkileri farklı bir üslup ve teknik ile sunuyor.

    İkinci bölümün başındaki ilk paragrafta geçen şu sözler çok etkiledi beni: Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır. Dahası savaşılmamıştır. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir."

    Esasında ilerde ikinci bir kez daha okuyup öyle yorum yapmak daha iyi olacaktı lakin her okuyuş da farklı bir tecrübedir.

     
  5. Rasih güran

    Çevirinin piri...

    Çok uzun zamandan beridir İntihar ettiğinden haberdar olduğum fakat nedenini hep merak ettiğim ve sonrasında hüzünlü hayatının/ölüm şeklinin detaylarını cumhuriyet gazetesinde bir yazıdan öğrendiğim; dünyanın en zor romanı olan William Faulkner'ın Ses ve Öfke eserini kusursuz ve mükemmel bir şekilde çeviren usta... Ayrıca yine Çıplak ve Ölü, gazap üzümleri ve camus'un birkaç eserini dilimize mükemmel ötesi bir şekil ve duygu ile aktarmıştır. Kesinlikle hakkı ödenmez bir insan...

    Bu alıntıyı paylaşmak istedim bu arada:

    "1912 doğumlu bu parlak insan, Nazım Hikmet'in kardeşi gibi sevdiği ve güvendiği arkadaşlarından biri olmuştur. Sosyalist düşünceye inanmış, Türkiye Komünist Partisi'ne üye olmuştur.

    Çağdaş resim sanatımızın önde gelenlerinden Nazmi Ziya'nın (1881-1937) yeğeni olan Rasih Güran, 4 Ocak 1936 günü, Nazım Hikmet'i Nazmi Ziya'yla buluşturup onun bir portresini yapmasını sağlamıştır. Bu tablo bugün, Piraye Koleksiyonu arasında korunmaktadır.

    Ne ki, ilerleyen yıllarda Rasih Güran, büyük hayal kırıklıklarına uğramıştır. Bunlardan ilki, Nazım'ın Bursa Cezaevi'nden Piraye'ye ayrılmak isteğini bildiren mektubu Rasih Güran'la elden göndermesidir. Nazım'ın, kavgasıyla sevdasını birleştirerek dünyanın en güzel şiirlerini yazdığı Piraye'den ayrılmak istemesini Rasih Güran hiç anlayamamıştır.

    Ardından ellili yıllarda, uzun yıllar sosyalistlerin mitleşmiş önderleri olan Stalin'in ölümünün ardından inanılmaz vahşet ortaya dökülür. Önder bildikleri kişi, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Rasih Güran, bu büyük yıkımın etkisinden bir türlü kurtulamaz. Ağzında hep aynı soruyla dolaşır: "Bize ya önceden yalan söylüyorlardı ya da şimdi yalan söyleniyor." Öyle ya da böyle kandırılmış olduğu düşüncesini onuruna yediremez.

    Rasih Güran, yetmişli yılların başında kanser kuşkusuyla hastaneye yatırıldığında öleceğini öğrenmekten mutlu olmuştur. Yalanla dolu bu dünyada yaşamak için bir neden bulamamaktadır. Aynı günlerde devrimci gençlerden Sinan Cemgi'in Nurhak Dağları'nda öldürülmesi, içindeki acıyı daha da büyütür.

    Hastanede yapılan tetkikler sonuçlanmış, kanser olmadığı anlaşılmıştır. Mutlu haberi alan Rasih Güran, hastane odasının balkonundan kendini aşağı atıp hayatına son verir."