1 2 3 4 5 6 7 8

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

210 entry 261 konu hiç puanı yok
17.12.2022 00:07 son işlem tarihi takip etme takip et

valkyrie

İkinci dünya savaşı daha doğrusu özelde hitler ile ilgili bir çok unutulmaz film vardır. Bu filmi diğerlerinden ayıran ise daha çok yönetim ve militarizm üzerinden gitmesi. Bence zor bir konu ve izleyiciyi ekranın başında tutmak maharet ister. Dolayısıyla Hitler için planlanan bir suikast ve darbenin çok gerçekçi bir şekilde sinemaya aktarılması takdire şayan. Gerçek bir olay üzerinden güzel bir çalışma çıkarılmış.

orada ve o devirde olduğunuzu hissediyorsunuz. Gerilim, heyecan, korku...

büyük cesaret!

Filmde himler olmadan suikastın yapılmaması isteniyor. Yalnız himler kadar göring, gobbels de var hitler'den aşağı tarafı olmayan. Aslında hiç araştırmadığım yalnız bir sohbette aklımda kalan bir şey var. Tabi tarih sonrası fısıltı, abartı mı bakmak gerek. Operasyon valkyrie dışında/hariç Hitler'e suikast düzenlemek isteyen kişilerden biri himler. Bu adamın manyak olduğunu ve herkesi, her şeyi çılgınlıkla çöküşe götürdüğü lafı dolaşmış bir ara. Gerçi bu sohbete karşılık benim de söylediğim şey: himler eğer hitler'in yanındaysa ki onun kadar azılı bir cani bu söylenen belki liderlik takıntısından doğmuştur.

Neyse sonunu bilsek de ay acaba ölür mü falan dedirtecek cinsten film.

albay stauffenberg (tom cruise'un iyi oyunculuğu ve benzerliği), Sonu tabi ki hüsran.

13.08.2018 20:38
  1. Sus barbatus

    İkinci cildi bol, güzel, destansı betimlemeli lakin sakin geçti..

     
  2. niccolo machiaveli

    Şöyle bir başlamak istiyorum hiçbir şeyin mutlak olmadığına pratiği ile yaşayarak. Görmek ve bakmak arasında fark vardır ya hani bunu tetikleyen durumlar da mevcuttur muhakkak. Bir dizi izledikten sonra Machiavelli'yi tekrar tekrar araştırıp okuma tecessüsü doğdu açıkçası. Ben kıyaslamayı sevmem lakin O'nun ve Luther kıyaslamasının dahiyane olduğu kanaatine vardım. Sözgelimi Machiavelli yasanın skolastik düşünce itibari ile yasaların Tanrı'dan alınıp dünyevi olmasını dile getiren ilk eseri vermişti.

    Sözkonusu ahlaki kavramlardan ziyade siyasi bir erdemden söz edilebilirse de Machiavelli'deki siyasi erdem yine siyasi etkinlikle ölçülür. Bu nedenle de Machiavelli'ye göre önemli olan erdemli insanların siyaset yapması değildir, doğa ya da zorunluluk karşısında etkin ve gerçek bir siyaset yapabilen kişi erdemli varsayılır. Dolayısıyla hükümdarlığın babadan oğula geçmesini savunmaz Machiavelli; sözü edilen siyasi etkinliği, dolayısıyla erdemi gösterebilecek herhangi bir kişi hükümdar olabilir. İşte kanbağına dayanan prense karşı Machiavelli'nin yeni Prens'i budur.

    Siyasi erdem etkin olmaktır, etkin olmak da bir praksis meselesidir. Yine Machiavelli'de savaş ve politika alanı Aristoteles'te olduğu gibi erdemin gösterileceği yer değil, tam tersine savaşta ve politikada etkinlikle erdemin oluşacağı yerdir. Bu nedenle de erdem verili bir değer değil üretilen ve yaratılan bir gerçekliktir. Siyaset de, siyasi erdem de, tarih de, birey de her zaman statik değil oluş halindedir ve siyaset gerçek olanın içinden geçen bir praksisten başka bir şey değildir.

    Elbette Luther İncil'i çevirmekle ve Tanrı ile kul arasındaki aracıyı ortadan kaldırmakla kalmaz. Bir din adamı olarak tebasına bundan böyle dinin Tanrıyla birey arasında olduğunu, dünyevi meselelerde tek iktidarın dünyevi iktidar/kral/hükümdar olduğunu ve her Hristiyanın bu dünyada yaşarken dünyevi iktidara itaat etmesinin Tanrı katında en muteber davranış olduğunu salık verir. Din artık Tanrı ile kulu arasındadır, dünya da kral ile tebası arasında. Gücünü kaybetmeye başlayan Kilise?nin buna nasıl direndiği ve onyıllar boyu süren din savaşlarının sonuçları başka bir tartışma konusu olmakla birlikte laikliğin ilk tohumlarının Machiavelli ve Luther ile birlikte atıldığı ve bundan sonra Batı tarihinin bambaşka bir yöne gittiğini biliyoruz.

    Nasıl olup da bu denli Cumhuriyet, demokrasi ve çokluk yanlısı Machiavelli bağlamından bu kadar saptırılarak 'Makyavelizm' gibi hiç üstüne oturmayan bir dünya görüşünün müsebbibi olarak anılırken, Kapitalizmin ruhunu Protestanlıkla birleştirip bu dünyada kazanılan paranın Tanrı'ya hizmet etmek demek olduğunu ve ne kadar güzel kazanılırsa bir gün Tanrının hizmetinde o kadar kullanılacağını ? ki o zaman hala gelmemiştir- fikrinin öncüllerinden, dolayısıyla Batı ekonomik ve kültürel sömürgeciliğinin ve hegemonyasının müsebbiblerinden belki de ilki olan Luther neden hiç bu yönüyle anılmaz, gerçekten merak edilesi bir husus. Neden Luther Aydınlanma'nın atalarındandır da Machiavelli o Aydınlanmanın kötü çocuğu, istenmeyen bir komplikasyon, kötü bir yan etkidir?

     
  3. martin luther

    Prenslerin maymunu..

    Müntzer'in kanının elinde olduğu zat.

     
  4. Sus barbatus

    Bu başlığı açmak dolayısıyla bu serüvene dahil olmuş olmak tarif edilmez bir mutluluk..

    Yaşar Kemal ile mukayese edildiğinde radarıma takıldı.

    Faruk Duman, edebiyatın çok iyi bir kalemi olarak damgasını vurdu gerçi vurup geçmedi, geçmesin devam etsin.

    İlk cildini okudum, çok bir şey yazmayacağım, diğer iki cilt bitince bu alegorik, sosyo-ekonomik-politik bir panaroma sunan devasa eser hakkında birkaç kelam gireceğim.

    Her ne kadar kışı iliklerimde hissettiysem de içimizi ısıttı..

    Gerçekliği keskin kalemi, hasret kalmıştık!

     
  5. Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz

    Yanlış çeviri seni doğru yere götürmez. Aslı ''yanlış hayat doğru yaşanamaz''dır. Öte türlü zehirli bir önerme olarak durur dolayısıyla mantıksal önermeye geçiş için ?ebilmek fiilini kullanmak gereklidir. Böyle bir çeviri ile Adorno?nun 'yabancılaşma'yı özünde dile getirdiği şey çok başka bir şeye dönüşür. Üstelik bu söz öyle alelade söylediği bir söz değildir ki basit şeylere indirgensin. Hitler faşizmini tüm çıplaklığı ile yaşamış bir sosyologdan bahsediyoruz. İnsanların ya da insanlığın önünde duran somut ve uzlaşmaz çelişkilere dikkat çekip temel olarak bir yaşamın mümkünlüğünü sorgular.

    Doğru ve yanlışın ne olduğu neyle ölçüleceği bilgisi mevcut değilse eğer o zaman iki nosyonu mukayese mi devreye girer bilemedim.

    Birkaç soru ile bir yerlere gelinir mi bakalım.

    -Yanlış bir yaşam içinde doğru yaşayabilir miyiz?

    -Doğru bir yaşam içinde doğru mu yaşarız?

    -Sahtelik içindeki yaşamı nasıl yaşarım?

    -Bana ait olan bu yaşamı nasıl yaşarım?

    -Ben daha doğru nasıl yaşarım?

    -Yanlış bir hayatı doğruymuş gibi yaşayabilir miyim?

    Soruları, ahlakın temel ve belirleyici tarafıyla mı ele alacağız, sınıf üzerinden mi, ekonomi-politik veya soyolojik çerçevede mi, bireysel ahlak perspektifi mi devreye girecek peki?

    Hayatta kalabilmenin kendisi kötüyü içinde barındırır, hayatın toplumsal ve ekonomik dizaynı içinde aynı şey geçerli. Yabancılaşmanın farkına varmak neyi getirecektir?

    Bir yere varamadık yine, yoldayız daha.