Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

239 entry 263 konu hiç puanı yok
04.02.2024 14:56 son işlem tarihi takip etme takip et

insanlar ikiye ayrılır

Tarihin sınıf savaşı olduğunu bilenler ve diğerleri..

19.01.2024 19:54
  1. Knut Hamsun

    "norveç kurtulunca, halk kendilerine ihanet eden bu yazara ( nazilere sempati besleyen knut hamsun ) hiçbir şey söylemedi. ne bir protesto, ne bir yazı, ne saldırı...ama bir gün evinin önüne bir genç kız gelip hamsun'un kitaplarını bıraktı, biraz sonra da yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı. derken insanlar ellerindeki knut hamsun kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar. hamsun bütün bunları penceresinden izliyordu. halk çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki göstermeden sakince kitapları bırakıyordu. birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. ertesi gün aynı durum devam etti. kitap yığını büyüdükçe, halkına ihanet etmiş olan yazar küçüldü ve ölümü böyle oldu."

    (zülfü livaneli) bu cümlelerle anlattığı yazar.

     
  2. kavgam

    Hitler'in kaleme aldığı bir eser. Bir otobiyografi olmakla birlikte benimsediği ekonomik, siyasi, sosyolojik görüşlerini de ele alıyor. Marksizmi eleştiriyor alternatif bir model sunuyor. Kendi de devrinin faşist diktatörleri dikkat edilirse yine sosyalizm ve işçi partisi içinde sahneye çıkıyor. Nasyonal sosyalist Alman işçisi partisinin enternasyonaliste karşı sunduğu kuramları bulunur.

    Çocukluk ve gençlik dönemlerini yazarken yahudi düşmanlığının sebeplerini de aktarıyor. Bir zamanlar Türkiye'de çok sattığı için tartışma konusu olmuştu. Açıkçası okuduğum dönemde felsefe sözlüğüne sahip olmadığım için ara ara bazı kavramlar eksik kaldı.

     
  3. hakikat,görünmeyenle görünenin birleştiği noktada bulunuyor

    Hakikate ulaşmak için ve bunu anlama, arama, çözme merakı, inancı, kararlılığı yaşamın içindeki gerçekliğin ,Temeli ile birlikte geliştirip bu güne gelmesini sağladı. İnsanların sosyolojik ve dünyayı algılama aşamasından sonra belki de bu cümle arkheye olan cevapların yöntemini belirledi. Daha da genelleyecek olursak felsefe ve felsefeden yola çıkarak bilim ilerledi. İlk ayrışma hakikatin ya görünen kısmında ya da görünmeyen kısmında olduğu düşüncesi oluştu, sonradan ise geliştirilme yoluna gidildi. Bir adım sonrasında ise hakikatin görünen ve görünmeyenin arasında olduğu düşüncesi oluşturuldu. Hatta farklı bir düşünce ise bir filozofun rüyanızda işte efendim şurada olduğunuzu görüyorsunuz ve bir nesneden bahsediyor. Uyanınca o nesneyi başucunuzda görürseniz ne olurdu? Tam toparlayamadım şimdi mazur görün. Bunun gibi bir şeydi.

    Bir de tam olarak ne rasyonalizmi ne de tam olarak denemeleri savunanlar var.

    Duyulur dünya ve görülür dünya ayrımında durduğunuz taraf, hakikati anlamlandırmada yol olacaktır. Bilincin nesnelerin yansıması olduğunu söyleyenler varken bir taraftanda esasında her şeyin yansıma olduğunu söyleyenler oldu.

    Tasavvufta ise bu tam bir mistik havaya bürünüyor. Teolojiden ise hiç bahsetmek istemiyorum.

    Gördüğümüz şeylerin esasında tam olarak anlaşılmadığı ve sadece derinden algılandığı görüşünden hareketle bir de gördüklerimizin bir bakış olduğu ki hakikat olmadığını söyleyenler vardır.

    Tüm bunları yazıp harmanlamak, hakikatı iyice çıkılmaz bir hale bulandırdı gibi.

    Velhasıl Veysel'in biz sözünü yazalım: "ölümlü dünyada hakikat gördüm."

    Tanım: Yılmaz'a takılmamak gereken durumdur. Bu sözün tonlarca sayfa ile hatta zıttı ile ve hatta yan görüşleri ile yazan/söyleyen çok büyük insanlar vardır.

     
  4. ana

    Bazı kitaplar vardır ve yazar sanki baştan başa yaşadıklarını hissettirir size. Yazdıkları tüm benliği ile etkiler insanı ve toprağın, mücadelenin, yaşamın, insani tüm duyguların en saf halini bulursunuz kendisinde. Maksim Gorki'nin devrim öncesi Rusya'sını tüm yönü ile aktardığı eseri. İşçi sınıfının durumunu tüm biçimi ile görüyorsunuz. Genelde burjuvaziye olan proleter mücadelesi özelde ise aile bağı kuvvetli olan bir gencin hareket içindeki yeri veriliyor. Farkında olan bir genç ve olgun tavırları annesinin ilgisini çekiyor başta.

    "calismak, yoksulluktan, acliktan ve hastaliktan baska bir sey kazandirmiyor insanlara. her sey aleyhimizde. tum omrumuzu sabahin korunden gece yarilarina kadar calisip didinerek tuketiyoruz. cirkefin, aldatmanin icerisinde surunuyoruz, kahroluyoruz. ote yanda ise baskalari cektigimiz cileler sayesinde catlayincaya dek yiyor, iciyor ve egleniyor. bizleri zincirli tutuyorlar." Sonrasında oğlunun ve arkadaşalarının davasında tüm kararlılığı ve inancı ile bulunur. Ve o bir ana... devrim için umudunu yitirmeyenlerin tam solunda bulunur.

    Yazarın her satırında sosyalizm gerçekliği bulunuyor.

    "İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne. işte asıl cinayet bu. bir takım silahlar çıkartıyorlar, insanları öldürüyorlar ve bunu yapanlara devlet diyorlar.

    evlerine, sosyal statülerine ve paralarına hiçbir zarar gelmesin diye gariban insaları harcıyorlar. anlıyorsun beni değil mi anne? halkın ruhunu kurutuyorlar ve hiçbir şey anlamaz hale getiriyorlar."

    Yaşamının son zamanlarını bu uğurda harcar. Bildiri dağıtır bedeninin ulaştığı her yere. İşte toplumun acılarına sırt dönmemek yaşa ve cinsiyete bakmıyor. Tüm mesele inanmak, anlamak ve görmek.

    Ana...

     
  5. batı cephesinde yeni bir şey yok

    savaş üzerine okuduğum en iyi roman diyebilirim. erich maria remarque'nin savaşın anlamsızlığını tüm çıplaklığıyla ele aldığı eseri. kendisi bizzat savaşta yer almıştır. şahit olduklarını bir insan olarak çok sade bir dille sunuyor. savaş psikolojisini müthiş bir tahlil ile aktarıyor. açıkçası savaş ile ilgili birçok yazıt okudum ama buradaki sorgulayışlar insanı çok derinden etkiliyor. hani bir yerde şöyle diyor: "işin doğrusu, savaş üzerine en aklı başında düşünenler, yoksul ve basit kimselerdi. onlara göre savaş felaketin ta kendisiydi. oysa durumları daha düzgün olanlar, savaşın sonuçlarını, nelere yol açacağını düşünemiyorlardı."

    işte mesele tam da burada. ya da düşmanın esasında kendisine bir zararının dokunmadığını onların da savaşta olmak istemeyeceğini söylemesi de birçok şeyi özetliyor. gencecik insanların hayatların baharında insan öldürmeye sürüklenmesi, ölmesi bu anlamsızlığı daha da netleştiriyor. açlık, sefalet, kan, cephe arkadaşlarının ölümü, yaralanmalar, sakatlıklar, ölü odası, ölen umutlar... kim eskiye döndürebilir bu çocukları? barışı sadece evinde ve annesinin yanında olmak kadar doğal ve külfet olmayan bir tanıma dönüştürüyor bu çocuklar.

    kahramanın ilk öldürdüğü kişinin başında durduğu zamanlarda kendi ile olan hesaplaşması olağanüstüydü. hem öldürmek zorunda olması hem yaşadığı vicdan azabı... sırtında taşıdığı yaralı arkadaşını tam da hastaneye vardığı esnada ölmesi..

    hakikaten anlamadığımız ne varsa odur savaşlar.

    ölümün çok da rutin karşılandığı zamanlarda, paul ölmesine rağmen; "batı cephesinde kayda değer bir şey yok!" denilmesi kadar adaletsiz bir dünya...