Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Omayraaa

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

246 entry 264 konu hiç puanı yok
12.10.2024 11:52 son işlem tarihi takip etme takip et

Cahil hoca

Jasques Renciere'nin çok faydalı eseri.. cahil hoca: zihinsel özgürleşme üzerine beş ders diye geçiyor tam olarak çevirisi. Emre Şan'ın bir röportajında geçtiği için okumuştum.

Aslında tekelleşen ve eşit olmayan koşullarda bir hakka sahip olup olmama durumunun sistemsel eleştirisini yaparken bir anlamda sosyo-ekonomik-politik durumun biyoloji veya evrim üzerindeki baskın etkisini ele alıyor.

Çok güzel bir çıkarım yapmıştı ki hemen altını çizmiştim.

'Toplumsal kötülüğün kaynağı 'bu benim' diyen kişi değil 'sen benim eşitim değilsin' demeyi akıl eden kişidir.

Bir gün ırklar üzerine konuşurken şöyle bir cümle kurmuştum; insan temelli bir şeyin ırk üzerinden mukayese, üstünlük ve tahakkümü her şeyden önce denge ihlalidir. Dile getirdiğim bir şeyi başka yerde okumak müthiş bir zevk veriyor.

Hülasası bir hoca kendi taktik kendi sistemi ile aslında karşısındaki üzerinde öğretme veya yeniden öğrenmede belirleyici olduğu için düşünce pratiğinin özgün ve herkes için aynı şartlarda olmasını söyler.

Benim aklıma da hep Platon'un bir köleye çözdürdüğü geometri sorusu gelmişti ki kitap da değinmişti. Tevafuk olundu.

Sanırım soru sormanın önemi üzerinde de duruyordu. Çünkü felsefe tarihinin karşıdakini en şaşkın duruma düşürdüğü şey Sokrates'in dogmatik olana soru ile aslında cevap vermeseydi..

Mesele burada zekanın üstünlüğü değil öğretme şekli..

Böyle idealize ettiği şeyler de yok değil. Biraz da öğrenmemin ya da özelde dil öğrenmenin kişinin arzusuna kalması vs..

Ben biraz toplumsal sözleşmeler bağlamındaki eğitim sisteminin olması gereken perspektifi üzerinden okuma yaptım.

'Bir zekanın başka bir zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır.' Diye geçer ayrıca kitapta.

Dil öğrenme kısmının daha detaylı bir halini tüm eğitim sistemi içinde uygulama kısmına geçirsek de kaç yıl alınan derse rağmen tek kelime öğrenmeden gelip geçilen yılları başkasında görmesek..

12.06.2024 16:33
  1. Kum kitabı

    Jorge luis Borges'in birçok kısa kısa hikayelerin bulunduğu eseri. Önsözünde ise yazar hakkında detaylı bilgi sunan james woodall'ın yazısı var. Eseri ise bir anı defteri olarak da nitelendiriyorlar.

    Hafif hafif postmodernliği görüyorsunuz. Yaşadığı çağın, bölgenin izlerini barındırıyor ve haliyle zor bir eser.

    Borges kendine has yazın tarzını zaten oluşturan bir insan. Özgünlüğü tartışılmayacak ve özellikle kendini şair olarak gören insan. Fiziksel engellerin dahi yolundan edemediği biri.

     
  2. tatar çölü

    Okurken ara ara bu dünyayı ve yer yer de insanları/kendimi bastiani kalesi sandığım, her sayfasında bu gerçeği yüreğimin ta derininde hissettiğim; hiçliği, varoluş dilemmasını iyice çıkmaza sürüklediğim dino buzzati'nin, birçok yazarın da tarzını sezdiğim eseri. Misal; Dostoyevski, camus, kafka...

    esasında insan yazgısının değil, kendimizin kaderi belirdiğini düşünürken 'coğrafya kaderdir' sözü ile günlerin ne kadar çabuk ve yavan geçtiğini teğmen drogo'da fark ediyorsun. Erteleyişler, alışmaları görünce pesimisteliğe doğru yol aldığınız korkutabilir sizi. Ne istiyorsun ve sana sunulanı nasıl kabulleniyorsun gerçeği ağır basıyor kitapta. Öte taraftan kitabı okurken ve kendimizle mukayese ederken olanları, yaşamın gerçekten sığlığa layik mi sorusu doğuyor. Öylece bırakıp geçsin mi hayat gözden/gönülden uzak bir girdaplar kalesinde diyorsunuz. Sınırda olan bir kaleye giden çoğu askerin ortak kararları ve bu karara sürükleyen ruh hali, değiştirmek için tabiri caizse kılını kıpırdatmayanların iyi bir somut analizi var. Yıllarca bu ahvali sadece gelebilecek bir düşman tehditi ile taçlandırmak...

    Bir ömür, bu şekilde tüketilmeyi hak eder mi?

    Evet, yaşam bir bastiani kalesi ve hepimiz bir teğmen drogoyuz. lakin bunu değiştirebilecek güce de sahibiz. Ya o kalenin içinde kendini kandırıp ve hiçbir atak göstermeden olmayan bir düşmanı bekleyeceksin ya tam da o düşman geldiğinde ömrünün sonunda olacaksın ya da o kaleden çıkıp farklı ve türlü türlü cafcaflı mimariler ile olan şeyleri göreceksin.

     
  3. ekşi elmalar

    "Yani Hocam şimdi aynı şey mi?" Dediğim yorumu içinde barındıran başlık. -gülücük

    Yılmaz'ın; Film, sinema, tiyatro, senaryo ve yönetmenliğine laf etmedik. Ha bir de estağfurullah, ben naçizane görüşümü belirtmiştim o konuda. Yoksa karanlık olan benim sayın sofestai. Sizden önce izlediğime de sevinmedim desem yalan olur.

     
  4. son ada

    İnsan olduğumuzdan mütevelli yok etmeye meyilliyiz. Varlığın şiddet ile sınanması realitesi ile birlikte herkesin de farklı yok etme/şiddet taktikleri oluştu. Kimi kılıç ile, kimi yasa, kimi düzen, kimi demokrasi, kimi darbe, kimi sahte iyi niyeti, kimi fikir, kimi savaş, kimi kaos, kimi evet kimi kimi...

    Tarih itibari ile birçok kişinin bir ütopyalar ülkesi/adası oldu ki çoğu insanın da hayalini kurduğu yerdi. Bacon, More, Campanella, Şeyh Bedrettin, Yaşar Kemal... okuyup o düş aleminde olmak dahi kutsaldı. Lakin Livaneli'de bunlardan farklı olarak o yarattığı ütopya adasının adım adım yok oluşunu görüyorsunuz. Esasında; politikanın, egemen gücün ihtirası, disiplin adına insanları tek tipleştirme, doğaya zarar, tek adamlığın bir nevi süregelen halini düz bir mantıkla ele aldığı bir özeti.

    Bir ada ve oraya yerleşen bir topluluğun doğal yaşamı. Mutlular... sınırlar Yok, üstünlük Yok, zincirler yok, hırsızlık Yok, ölüm Yok, zulüm yok, güzelim adayı kapitalizme peşkeş çekme düşüncesi Yok, ırk-dil-din-cinsiyet-mezhep-partiden dolayı ötekileştirme Yok, açgözlülük Yok, stokçuluk yok ve kısacası 'ben-benim-benimdir' jargonu yok.

    Sonra bu adaya gelen kötü bir adam; doğanın dengesi ile oynar sırf 'hep ben' olmak adına. İnsanlar kapı numaralı ile anılıyor. Maraş geldi ya aklıma, neyse konu bu değil!

    Güzel bir dünyada yaşamın inşası hakikaten zor ama yıkım o kadar kolay ki... Susmak ve boyun eğmek ile başlıyor bu yıkım. Sonrasında göz yumma ile başlayan Yok oluş. "Bu adamların korktuğu tek şey soru. Soru sorulmasından ödleri kopuyor. Sorgulayanlar ise buna mecbur olduklarını hissederek, kendilerini Yok etme pahasına direnişlerini sürdürüyorlar. İsa gibi, Spartaküs gibi, tarihteki birçok örnek gibi."

    Kimine göre belki bu cengi Martılar kazanıyor ama nihayetinde ada Yok oluyor. Umutlar tükeniyor. Yani o kötü adam Emeline ulaşıyor. Zafer onun bana göre. Nefret tohumları ekmiştir insanın kalbine. Sadece insanın değil hayvanların, bitkilerin, taşların, denizlerin dibine... geride bıraktıkları belki de yüzyıllar boyu kendini gösterecek, hissettirecek.

    "Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur."

     
  5. tarih

    Evet, bir de ibni Haldun'un kaleminden ve usundan tarih kavramına bakalım:

    Tarih, milletler (ümmetler) ve ırklar (ecyal) arasında en yaygın disiplinlerden biridir. Sıradan halk onu bilmek isterdi. Krallar ve önderler yaraşırcasına onun ardından koşarlar, onu elde etmeye çalışırlar.

    Bilgisiz olan da bilgili olan kadar iyi anlayabilir. Gerçekten, tarih, görünüşte, siyasal olayların, hanedanların (düvel) ve uzak geçmişin zerafetle sunulan ve aktarma ve alıntılarla ortaya konulan durum ve koşullarının anlatısından başka bir şey değildir. Büyük halk kitlelerini oyalamaya ve insanlığa ilişkin işler hakkında fikir edinmemize olanak verir. Değişikliklerin etkisinin görülmesini sağlar, şu ya da bu hanedanın zamanı dolup da yıkılma çağı gelinceye kadar öylesine geniş toprak yüzeyini nasıl ele geçirdiğini bize gösterir.

    Bununla birlikte, içerden bakıldığında, tarihin başka bir anlamı vardır. Tarih düşünmek, gerçeğe ulaşmaya çaba göstermek, olguların nedenlerini ve köklerini uzlukla açıklamak, olayların nedenini ve nasılını derinlemesine bilmek demektir. O halde tarih kökünü felsefeden alır, öyleyse onun bir kolu sayılması gerekir.