Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
OmayraaaBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
Bir tane rahip iktisatçı vardı Ortes. Hoş o dönem öncesi ve sonrasında iktisatçı çok din adamı vardı ya.. Venedikliydi yanılmıyorsam. ''İktisadi iyilik ile iktisadi kötülük birbirini dengeler'' demişti. Yine kendisi gibi iktisatçı olan ve sonrasında gelen bir kilise rahibi Townsend'de buna benzer bir görüşle ''yoksulluğa zenginliğin zorunluluğu'' demişti. Ayrıca Ortaçağ hep çağ.. Artı değeri bir sonuç değil de neden olarak alan klasik iktisatçıları düşününce nasıl da çark ediyor. Ricardo ve Smith'den özellikle bahsetmeyeceğim. Smith'in bir öğrencisi vardı, elle tutulur daha isabetli şeyler yazan. İsmini hatırlamadım ama soyismi Eden mıydı? İsim hafızam köreliyor. :) Neyse bu sadece bir anekdottu.
Yani burada yoksulluğa teorik ve pratik manada karşı çıkmayı bir nevi Tanrı'nın düzenin bozma Tanrı'ya karşı çıkma diye karşı çıkıp öve insanlara da böyle telkin ediyorlardı. Sefaleti ebediyetleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hem mistik hem de bilinçli bir ekonomik bilgi dahilinde gerek devlet eli gerek teolojinin arkasına sığınarak topluma bu aşılanıyordu. Dinlerde bunu destekleyen söylemler bulunur. En azından o anlama gelen çok örnek vardır. İsa'nın yoksulların boyun eğme noktasında seslenişi vardı Luka'da. Ha bunları subjektif olarak değerlendirebilirsiniz. Dipnot: Yalnız Luther'e ayrı bir paragraf açmak lazım. Zira kendisini subjektif olarak değerlendiremezsiniz. Tarihin akışı içinde bir şeylerin olmasına sebep olmuştur bu zaten olağandır diye düşünüyordum önceden ama değil. Prenslere hizmeti de platon'dan mülhem tanrı-hükümdar halefi olarak gördüğü planlı..
Bir de tarih dediğimiz şeyin araştırılma noktasında kendi koşulları, yeri, zamanı içerisinde değerlendirme kuralı bardır. Katılıyorum. ''Tarih, sınıflar arası bir mücadeledir.'' Ve aynı zamanda kanlı bir sulak..
Jasques Renciere'nin çok faydalı eseri.. cahil hoca: zihinsel özgürleşme üzerine beş ders diye geçiyor tam olarak çevirisi. Emre Şan'ın bir röportajında geçtiği için okumuştum.
Aslında tekelleşen ve eşit olmayan koşullarda bir hakka sahip olup olmama durumunun sistemsel eleştirisini yaparken bir anlamda sosyo-ekonomik-politik durumun biyoloji veya evrim üzerindeki baskın etkisini ele alıyor.
Çok güzel bir çıkarım yapmıştı ki hemen altını çizmiştim.
'Toplumsal kötülüğün kaynağı 'bu benim' diyen kişi değil 'sen benim eşitim değilsin' demeyi akıl eden kişidir.
Bir gün ırklar üzerine konuşurken şöyle bir cümle kurmuştum; insan temelli bir şeyin ırk üzerinden mukayese, üstünlük ve tahakkümü her şeyden önce denge ihlalidir. Dile getirdiğim bir şeyi başka yerde okumak müthiş bir zevk veriyor.
Hülasası bir hoca kendi taktik kendi sistemi ile aslında karşısındaki üzerinde öğretme veya yeniden öğrenmede belirleyici olduğu için düşünce pratiğinin özgün ve herkes için aynı şartlarda olmasını söyler.
Benim aklıma da hep Platon'un bir köleye çözdürdüğü geometri sorusu gelmişti ki kitap da değinmişti. Tevafuk olundu.
Sanırım soru sormanın önemi üzerinde de duruyordu. Çünkü felsefe tarihinin karşıdakini en şaşkın duruma düşürdüğü şey Sokrates'in dogmatik olana soru ile aslında cevap vermeseydi..
Mesele burada zekanın üstünlüğü değil öğretme şekli..
Böyle idealize ettiği şeyler de yok değil. Biraz da öğrenmemin ya da özelde dil öğrenmenin kişinin arzusuna kalması vs..
Ben biraz toplumsal sözleşmeler bağlamındaki eğitim sisteminin olması gereken perspektifi üzerinden okuma yaptım.
'Bir zekanın başka bir zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır.' Diye geçer ayrıca kitapta.
Dil öğrenme kısmının daha detaylı bir halini tüm eğitim sistemi içinde uygulama kısmına geçirsek de kaç yıl alınan derse rağmen tek kelime öğrenmeden gelip geçilen yılları başkasında görmesek..
Türk edebiyatının en iyi romanlarından biri diyebiliriz.
Yoğun imgeler, betimlemeler, hayallerin ötesinde kurgular, kahramanlar, moderniteye sıkışmış kültürün zeki bir dile uyarlanması..
Zamanın izafi haline bence çok iyi bir perspektif ile bakmış. Ben filozof ve bilim insanlarının tanımlarından daha çok beğendim. Aslında bir yerde insanın zaman zamanın da modernite simgesi olan saat ile ilişkisini mizah ve sanatsal olarak sunuyor.
Misal benim için çok derin olan sözü şuydu;
'Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır.'
Yani o kadar teferruatlı bir söz ki hayat belki boşluk tanımıyor ama boş bırakmaya da gelmiyor hiçbir şeyi..
Yani bir tarafta doğu bir tarafta batıya alışmaya çalışan doğu bir tarafta batı bir tarafta batının tedrisatından geçmiş muhafazakar doğu insanı..
Hep bir araftalık..
Varoluş sancısı bulantı yaşadığı o kadar belli ki Tanpınar'ın tüm kitapları bana hep tefrika gibi gelir. Hissedesiniz o insanın cehennem olduğu hissine erken varmasını..
bazen de tüm her şey irdal'ın kafasının içi miydi dersiniz.
Doğu tarafındaki dokundurtmalar ise;
'Saat Allah'ı bulmanın en sağlam çaresi idi' ve 'Herkes bilir ki, bir saat ya geri kalır, yahut ileri gider. Bu işin üçüncü şekli yoktur.'
Gibi..
Psikanalize de hakim bence.
Pek de söze dökecek bir kitap değil iki defa okudum ilki zor bir okuma ikincisi eğlenceliydi.
Biraz da okuyunca sindirip söze dökme çetinliği barındırır.
O kadar mahir olunmuyor.
Canım Tanpınar zihin akrabam, çağdaş değiliz ama seni çok ama çok iyi anlıyorum.
1. | tesel-ya | |
2. | pozitifbakış | |
3. | med-czr | |
4. | harrani | |
5. | cahil kelimeler | |
6. | CAF CAF. | |
7. | Archiveottoman |
Takip edilen yazar yok. |
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |