Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

Bugün olanlar

paylaş araştır

 

  1. bugün hiçbir şey olmadı.

    ama hiçbir şey olmadıysa bile mutlaka bir şeyler olmuştur.

    az önce süzme rahatsız olduğumu belirttiler.

    gerekçe: aradıkları nesneleri farklı lokasyonlara taşıyormuşum.

    evet bence taşımakla iyi ediyorum, havaya uçurmadığıma şükretmeleri lazım.

    mesela 5 dakikalığına evrenin bizim apartman kesitini dahi bana teslim etmiş olsalar pek çok şeyi sonsuzluğa uğurlardım, arkasından da hiç yas tutmazdım.

    iftar muhabbetimiz şu oldu: 21. yüzyılda sıradan bir insan olmayı mı isterdin, mesela bin yıl önce önemli bir insan olmayı mı ? Unutma elektrik yok, internet yok, telefon yok, bilgisayar yok, sıkıntıdan yerin altında mağaralar falan oyuyorsun.

     
  2. hem çalıştım hem de keçiyi uzun uzun izledim.

    şimdi şöyle bir durum var:

    insanlar beni pek sevmez ama hemen hemen tüm hayvanlar bana bayılıyorlar.

    öbürlerine gün boyu tosladı durdu. bana gelince başını elime yasladı. Çok iyi anlaştık.

    duvara zıplıyor yere iniyor, duvara zıplıyor yere iniyor, yetmiyor kümesin üzerinde dolanıyor. çok acayip bir hayvan. düz yerde durmuyor mutlaka hoplayıp zıplaması lazım.

    öyle uyanık ki taze sürgünlerin tepelerini yiyip geçiyor.

    alt tarafın yüzüne bile bakmıyor.

    neyse

    baktık tavuğun biri sessizce köşede ayakta duruyor. gözleri kapanıyor ve ibiği iyice sönmüş.

    bu hasta galiba dediler.

    önceki tavuklardan biliyorlar.

    enjektörle antibiyotik hazırladılar.

    bir anda Tanrı Kent filmine bağlandık.

    tavuk önde biz arkada festival var.

    kimse yakalayamıyor , yakalayamayana bağırış çağırış girişiyorlar.

    neyse ilacı içirdiler, inşallah düzelir.

    onlara kafası olmadan yaşayan tavuğu anlattım bana inanmadılar.

    komşu beni doğruladı, o da izlemiş hikayeyi.

    zorlu işimiz bitti sayılır.

    herhalde yakma işi yarına kalır.

    bir iki okaliptüs almayı düşündüm.

    suyun kaynağını buldum ama yer altından yayılıyor.

    ona bir çare bulmak lazım.

    asıl önemli konu ise şu;

    verilmiş sadakamız varmış ne demek:

    arabayla dönerken araba yoldan çıktı ve yamaçta 45 derece açıyla asılı kaldık.

    yuvarlansaydık bu sefer yirmağa biz inecektik. :)

    eğim tarafındakiler korkuyla kapıyı açtı ve kendini araçtan aşağı bıraktı.

    hemen kenara çekilin araba üzerinize yuvarlanabilir dedik.

    biz ise hala araçtayız.

    aslında arabanın zemine oturduğunu hissettim ama toprağın yumuşaklığına da pek güvenemiyorum.

    o anda insan ne hissediyor ?

    hiç, sadece aracın hareketine odaklanıyor, vaziyet almak için. :)

    ters taraftan kapıları açıp dikkatlice indik.

    mecburen çekici çağırıldı.

    sinirlerimiz bozuldu gülüyoruz.

    dedim ki:

    az kalsın orucu hastanede kim bilir neyle açacaktık.

    ana fikri: ramazan ayında araç kullanımına da yorgunluğa da kaza belalara da dikkatli olmak lazım. refleksler hele de iftara yakın biraz zayıflıyor.

     
  3. bugün yine telefonda atlattığımız badireyi konuştuk.

    herkes birbirini arıyor nasılsın, iyi misin diye.

    gülüyoruz gülüyoruz kim ne yapmış anlatıyoruz.

    komando gibi nasıl yuvarlandılar, kimin ayağı boşluğa geldi, kim çantasını yanına aldı, çantayı biz mi fırlattık kendisi mi can havliyle kaptı, halat gerçekten işe yarar mıydı yoksa arabayı bayırdan aşağı yuvarlar mıydı, çekici arabanın üzerinde ne yazıyordu ?

    şoförümüz diyor ki: orada nasıl durdum, araba oraya nasıl yerleşti, tekerlekler nasıl oldu da oraya tutundu hala anlamıyorum.

    ben de sadece " piston aşağı indi " videosundaki gibi kapıyı açıp kaçışmalarını ve arkalarından bakakalmamızı hatırlayıp hatırlayıp gülüyorum.

     
  4. filme bakıyorum,

    koyu hıristiyan geçinip de köleliği şiddetle savunanlara karşı çatır çatır ağızlarının payını veriyor genç kız.

    hıristiyan okulu yöneticisi kadın nutuk çekerken ağzından etrafa tükürükler saçılıyor.

    tarafını seç , cayır cayır yanacaksın diye de tehdit etti sanki biraz, ikiyüzlü dangoz.

    dangoz hödük demek galiba.

    hödük ne demek diye baktım: kafası pek fazla basmayan, kaba saba gibi bir şey. Biri de tutmuş ekşide hödüşes demiş.

    evet bu durumda hödüşes de olabilir.

    kızın akıbetini merak ediyorum da o kadar zamanım yok.

    neyse sonra bakarım, ileri doğru sardım böyle bir ateşle yakma, yağlı urgan sahnesi falan var mı diye , yokmuş.

     
  5. birinci gün:

    güneşin hızla yükseldiği ufka doğru baktım ve :

    Bugün çok zorlu bir gün olacak, dedim. ( Yalan, ufuk mufuk yok , olaya şiirsellik katıyorum. )

    Sonra içimden dua etmeye başladım.

    Kendimi gladyatör russell crowe gibi hissettim o anda.

    neyse, kazma kürek yolu yarılamıştım ki şu mısraları saydı:

    tükendi hamsikoli

    tükenmez dağın yoli

    eeee ?

    Yani, iş bitmez, biraz mola ver.

    kavga dövüş, naneleri incitmeden gerekli temizliği yaptık.

    künkün yanında kazmayı indirmemle solucan benzeri bir canlının kımıldanması bir oldu.

    bu kesinlikle halkalı solucan değil ?

    öyleyse ne ?

    slow worm denen şeye benziyor, görsellerden taradım da inşallah kendini yenileyebiliyordur. sanırım iki tane

    oldular.

    olaya bak: mısır irmiğini tavukların yem kabına döktüm.

    horoz ve tavuklar başına üşüştü.

    sonra bir tavuk ve horoz biraz yediler ve sonra tavuk bekleyip horozun gözüne baktı.

    resmen sanki fikir alışverişi yaptılar ilk defa yedikleri bu şeyle ilgili.

    sonra horoz izin verdi yemeye devam etti, o yiyene kadar beklediler.

    sonra hepsi birden yemeye başladı.

    horoz çok efendi bir horoz. İnsanlara ilişmiyor. Dedemin bir horozu vardı Allah inandırsın bizi ilçeye kadar kovalardı. manyağın tekiydi. bu horoz tavuklarına içten bağlı, hepsini çok seviyor, onları koruyor ama tabiatı iyi. Daha akrabalık ilişkilerini çözemedim ama biraz daha incelemem lazım...

    daha komiği:

    köpeğin yemeğini kabına koyuyoruz.

    karnı aç değil biraz mırın kırın edip yüzüne bakmıyor.

    sonra tavukların kapısını açıyoruz.

    köpek can havliyle tavuklardan korumaya çalıştığı mamasını yemeye başlıyor.

    eğer yemezse tavuklar köpeğin lapasını anında bitiriyorlar. :)

    manzara aşırı komikti.

    dünya hali böyleymiş, öyle söylediler.

    tavuklar kadar gamsız, umursamaz, dünyaya ilgisiz bir çiftlik hayvanı görmedim.

    insanlara da pek ilgi duymuyorlar.

    akşama kadar yiyorlar kilo da almıyorlar.

    ( Tavuk atı patlatmış, atasözü, aç parantez kapa )

    istedikleri yere de pisliklerini rahatça bırakıyorlar.

    kül buldular mı tam ortasına yerleşiyorlar bir de banyo yapıyorlar.

    neyse gübreleri kapıya yıktılar. biraz meyve topladılar.

    daha gübreler taşınacak ama ben hallederim sanırım. ( Bakınız arşimet ilkeleri ve el arabası )

    otları bahçenin dışına taşıdık.

    dışarıda kavga dövüş toprağı karıştırdık, bahçe toprağı, dere kumu, gübre, lif, falan filan : melisayı, adaçayını, fesleğenleri, kapya biberlerin tohumlarını diktik. hızlıca çiçek soğanlarının saksılarını da ayarladım onları da uygun yere yerleştirdim. çiçekle uğraşmak istemiyorlar. o işleri aradan hallediyorum.

    ikinci gün: seçim yapılacak. bizde seçmen bilgi kağıdı yok. neyse kimlik yeterli oluyormuş, sıra numaramıza da kapıdaki listeden bakıp söyleyince iki dakikada hallettik. elma fidanı aldık. satıcı müthiş. Bana dedi ki: Ne dolanıyorsun ortalıkta ? Her yere neden girip çıkıyorsun ? Ne alacaksan söyle, ben getiririm. Bu adama yılın pazarlamacısı ve satış teknikleri uzmanı plaketini gururla sunmak isterdim. Altın kaynana dili şeklinde tasarlardım.

    neyse biraz gecikti işler haliyle. Ortancaları, hanımelini, kafkas gülünü de çaktırmadan aradan çıkardım. yerlerini sorup diktim, sularını verdim. mendebur köpek ortancayı bulmuş, eşelemiş, ağzıyla söküp atmış. Kıskanç diyorum anlamıyorlar. neyse yeniden düzeltip tuğlayla korumaya aldım.

    gübreleri taşıdık, içeriye aldık, bir kısmını bostana indirdik.

    bir yerden galvaniz çit teli bulup getirdiler, kazıkları da ayarladık, balyozu, murçu, toprak burgu aletini, teli, kerpeteni aldık doğru bostana yollandık.

    bahçenin bir duvarını bozup genişletmeye başladık.

    neyse, o iş yetmedi, kazıklar yetersiz kaldı, diğer kazıkları sağlamlaştırdılar. Kenardan pis pis gülüyorum. Kan ter içinde kaldılar.

    baktım patika boyunca küçük iki ceviz fidanını dikmişler, birinin tepesini temizlik yaparken yanlışlıkla kesmişler, inşallah tutar.

    iftar saati: okunduydu, okunmadıydı, senin saatin erken okuduydu, hah orucu erken açtıydın, yemeliydin yememeliydin, sanırım böreği yalayıp yutmamız beş dakika sürmemiştir. çayı da içtik. Sonuçlara bakmadım bile sanırım yorgunluktan sarhoş gibi oldum.

    üçüncü gün: sabahın köründe kalktık. gülibrişimin tohumlarını suya koymuştum. önce onları saksıya ektim. Bu ağaca istanbul akasyası da diyorlarmış. kudret narı tohumlarını da başka bir saksıya ektim. budanmış ağaç dallarını yerlerinde bırakmışlar tırmıkla onları ve kuru yaprakları topladım, ağaçların altı tertemiz oldu.

    bütün çalı çırpı, kuru ot, yaprak, diken ne var ne yok büyük bir ateş yakıp yaktık. iyice tütsülenmişim, koku üzerime sinmiş, füme et gibi kokuyormuşum, rezalet.

    patatesler için yatak hazırladık, gübresini, lifini, toprağını ayarladık, patatesleri sırayla yerleştirdik.

    çuvalları düzgün bir şekilde istifledim, ortalıktaki araba lastiklerini toplayıp yerleştirdim. ıvır zıvırı kaldırdım ortalıktan. küçük fidanların altındaki otları temizlerken kazmayı indirmemle bu sefer küçücük yeşil bir kurbağa vırt diye zıpladı. allahtan ona isabet etmedi. baktım biraz dürtükledim gayet iyi durumda. biraz dokununca yine zıpladı az ötede durdu. herhalde, ben gitmem bir yere sen git , demek istiyor.

    arada telefonla seçim yorumları yaptık, kakara kikiri, ben hiçbir şeye bakmıyorum, sanırım borderline kişilik bozukluğu esprileri havalarda uçuyormuş. gülmekten konuşamıyorum. çok hızlı bir sürece girildi, her şey ama her şey şaşırtmaya devam edecek deniyordu zaten.

    neyse, yumurtamı, sebzemi aldım trio mandili gibi bayır aşağı yürümeye başladık. Tabi ben onlar gibi değilim, sesim de güzel değil zaten, içimden söylüyorum.

    sonuç: sanırım baharı görmeden yaza girdik. ayrıca böyle bir kalabalık daha önce hiç görmemiştim. çok tuhaf.

     
  6. bi çay demlesene, dedim.

    aslında gayet güzel gidiyordu.

    her şeyi yerli yerinde halletmiş.

    küçük bir detay hariç.

    suyu kaynatmış demliğin üzerine doldurmuş falan ama ortada çay yok.

    çaysız çay.

    bizde sülalece bir tuhaflık var galiba.

    dağa gidiyoruz, demliği geçtim çay kaşığı bile var.

    çay bardağı, tepsi...

    sadece çay yok.

    hani o an diye bir program vardı.

    o anın fotoğrafını çekmek isterdim.

    herkes donup kalmış ve dağın başında birbirine bakıyor.

     
  7. ne yapıyorsun ? dedim.

    kulaklığımı bulamıyorum dedi.

    eee, dedim telefona bakarak mı kulaklık arıyorsun ?

    bu arada sekmelere basmaya devam ederek:

    konumunu belirlemeye çalışıyorum, dedi.

    vay vay vay, vaaaaay vay şen olsun bağlamamın telleri vay vay.

    oda perşembe pazarı gibi tabi bulamazsın.

    neyse, o kurcalamaya devam ederken yerlere bakındım ve bulup ona verdim.

    dedim ki:

    ilkel yöntemler hala çok daha verimli.

     
  8. geleceğinden endişe ediyorum, dedim.

    niye , dedi.

    deminden beri dillinger'in belgeselini izliyorsun.

    Ya ne alakası var be, sen açtın, dedi.

    nefes bile almadan ekrana bakıyor.

    oradan buradan çıkarılan nesneleri inceliyor.

    bu nedir be, dedim.

    sen bunu bilmiyor musun ? dedi.

    adamın kaç tane filmini yaptılar.

    johnny Depp bile oynamış ama ben pek vurdulu kırdılı gangster filmleri izlemem.

    biri seni dolandırdıysa sen de onu dolandır. Adam öldürmene ne gerek var.

    tamamen orantısız güç kullanımı.

     
  9. dün akşamki iftar menüsünü beğenmedi.

    esti gürledi bir türlü susmuyor.

    iftarı fırça yiyerek açtım.

    tamam, bir dahakine ne yemek istiyorsan liste yap bana önceden bildir dedim.

    aklına bir şey gelmedi saçmalamak için bamya ve patlıcan istiyorum diye söylendi.

    yapmazsam aha beyle olayım.

    çok uyumlu oldu. Bamya ve patlıcan ...

    ben de biraz uzakta açarım iftarımı, pis pis gülmek için, akşam akşam bir daha dır dır çekemem ...

     
  10. hayatımda böyle tantanacı grup görmedim.

    dağcılık kulübü müydü neydi.

    ayakkabılarından ve yanık yüzlerinden, çatlak dudaklarından anladım.

    belki de motorcu grubuydu , olabilir.

    şehirlerden çıkmışlar orta yaşta ergenlikten çıkamamışlar.

    bizim markette nevaleyi düzüyorlardı

    40 yıldır uğradığım markette ( mübağalağa sanatı ) görmediğim kuşkonmazı bile satın almışlar.

    ne yapacaksın ki dağın başında kuşkonmazı.

    al konserveni git. ( kıskançlık emaresi )

    evladım siz dağdan mı indiniz ?

    diyecektim ki

    evet , cevabını alabilirim diye sustum.

    yakın zamanda başka bir dağdan inmiş gibiydiler.

    haa sorsan biz taşralıyız, dünya görmemişiz. ( çaktırmayın )

    bir de kimyasal kokuları vardı ama tam olarak tanımlayamıyorum, tamamen kimyasal diyebilirim, naftalin gibi.

    marketin bir ucundan öbür ucuna bağırıyor, bazı ürünlerin fotoğrafını çekiyor.

    sanırsın müzeye uğramış.

    hangi ürünler olduğunu söylemeyeyim ama bizim civarda tedariki alternatifli ürünler diyeyim.

    belki de tatil trafiğine takılmamak için erken kaçmış bir şehir kaçkını gruptur. ( hehehe , emekçiyiz biz tantana sevmiyoruz. )

     
Entry yazmanız için üye olmanız gerekmektedir. Üye olmak için tıklayın, üye iseniz lütfen oturum açın.