Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

buşra

Bu üye Yazar

Bu üyenin profil sayfasına git

1,459 entry 376 konu hiç puanı yok
03.12.2021 04:19 son işlem tarihi takip etme takip et

müzik

yorgunluğumu atmak için an itibari ile sığındığım liman

"lori lori lorikamın..."

29.05.2018 16:04
  1. evlat

    "evladé be dayiki haje çı nine, belé evlat neşî gûca dayékan bı kêşı"

    (annenin varlığı ve huzuru ile evladın umurunda olmaz bir şey. ama annenin de çilesini çekmeye gücü yetmez) sözleriyle az önce bir şeyler yazmak için sözlüğe bakınırken, annenim sohbet esnasında dile getirdiği cümle de gönderme yapılan canlı yavrusu.

    ayaklarınızın altına sürsek de yüzümüzü, tokatlar cennet bizi..

     
  2. yarım

    bir yol hikayesini fitilleyen kelime, bir denemeye (deneme olması için uğraş verilen bir yazı desek daha doğru olur) belki de ruh veren mihenk taşı.

    şöyle ki; bir zamanlar böyle bir çaba ile bir şeyler karalamıştım.

    yarım kalmış bir yol hikâyesi;

    başlamak için bağışlamam lazımdı bir hayatı. bir yerlerden çıkmak ve yol almaktı başka yerlere. yıldızları sırtlayıp yağdırmalıydım gecenin orta yerine. bu yüzden, bir gezgin olmaya karar verdim. başka yüzlerde, başka hüzünlerde kendimi bulmak için çıktım yola.

    aklımdakilerle hoşbeşim şimdi tamda yol kenarında. demini almış çayım, güneşte kurumuş ekmeğim. bölmek için yanaşan kimseler yok. olmasında. bu yol benim. bu hikaye benim.

    bir dağın eteklerine vardım şimdi. kardelenler açmaya başlarken, içimdeki hüzünler el çırpmaya başladı. "son duraktasın ey kara kış! izin ver de yol alsın geç kalmış bahar"

    yankı oldu sesim dağlara, sonra ovalara, geçit vermez kayalara..utandı kış, eritti az biraz karlarını. bir kardelen daha!

    Sonra attım kendimi denizlere, avuçladım, çıkardım maviyi en derinden. "ey mavi, beyazı da çal kendine, sema?yı getir dize" kabardı deniz, şaha kalktı gök kubbe, açıldı ve yağdırdı yıldız yıldız..

    şimdi ise yamacındayım en yeşil ormanların. içime çekiyorum, çıplak kentlerin buz gibi duvarlarına esir düşmüş ciğerlerime. sararmaya yüz tutmuş ne varsa yeşile boyayasım var bu kez de. "ey rüzgâr deli deli es! sarı hüzünlerime çal bir yeşil" bir yel başladı ki sorma. hep bir daldan mırıldandılar hugo'nun en güzel şiirini;

    "ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi,

    iki şeyle doludur çoğu insanın kalbi:

    gökyüzü ve onun bulutları, ışıkları,

    türlü renklerle boyar kıpır kıpır suları,

    ve çamur, derin karanlık, uyuşuk, kasvetli,

    kirli sürüngenlerin sinsice gezindiği."

    bitti mırıldanma, dokundu hüzne, saldı başka başka dertlere.

    arındırıyorum bu kez de kendimi tüm deli düşlerden. önüme serip çiğnemek istiyorum hiç düşünmeden. bir ben'i alıp başka bir ben'e değişmek istiyorum belki de. gidip de dönmek başka bir ben'le, bir yol hikayesiyle..

    her yol başka bir yola, başka hayatlara sürüklüyor. kimlere rastlarım bilinmez, ne anlatılar ne söylenceler duyarım belki de, birden kulaklarıma geliyor sözleri benjamin'in;

    "kim bugün doğru dürüst hikâyeler anlatabilen birilerine rastlıyor? bugün ölmekte olanların ağzından, kuşaktan kuşağa bir yüzük gibi dolaşan sapasağlam sözlerin çıktığı var mı? bir atasözü bugün kimin yardımına koşuyor?"

    kimsenin!

    sen söyle benjamin, kim kaldı doğru dürüst hikâye anlatacak?

    bir hikâye benimkisi sadece. ben yine de hikâyemi anlatacağım insanlar bulmak ümidiyle çıktım yola, kim bilir vardır belki de kaf dağının ardında. yürüyorum hiç usanmadan. bir tarih yazmak istiyorum zamana, bir destan.. bölünmüş yollara serpiştirmek istiyorum bütün anılarımı. derleyip bir tabloya hapsetmek, duvarına asmak ömrün.

    ne ağır bir yük ki sırtımdaki. bir yola çıktım, yol benden dertli. bastığım her taş başka bir hikâye.

    bir çocuk ağlaması geliyor şimdide önümde ki çakıl taşlarından; "ey toprak söyle! nedir bu böyle?" dile gelir ve anlatır içten içe; "bir hüzün hikâyesidir bu. çorak iklimlere baharı getirememiş bir annenin, içine düşen cemrenin feryadı. bir hasret, bir avuç gözyaşı. annenin gözlerinden dökülen çocuk ağlaması. bir çocuk ağlıyor, bir anne kanıyor.. yaklaştıkça sızısı büyüyen bir hikâye daha. daha anlatmadım ben kendi hikâyemi ama.

    tutunma çabası şimdi, güneşin asılı durduğu gökyüzünde. tam tepemde. eritmeye ant içmiş bir güzellikte. mataramda umudumu soğuttuğum suyumdan bir yudum alıyorum, alıyorum.. ve irkiliyorum tek sesle;

    "hadi kızım uyan, işe geç kalacaksın"

     
  3. kenger

    yemeklerde kullanılan ve kış hazırlığı yapılırken toprak altında ya da derin dondurucuda muhafaza edilen bir yemeklik ot.

    nisan ay'ı yüzünü göstermeye başladı mı, yüklenir kadınlar kamyon arkalarına, en renkli fistanları giyip en geniş çuvallarını da yanlarına alarak, stranlar (türküler, uzun havalar) eşliğinde varacakları dağlara kadar söylerler.

    çuvallarında güneş kremleri yoktur

    allık, rimel neyim de yoktur

    kenger'i toplamanın mutluluğu ve eve dönüp tencereyi kaynatmanın derdi vardır.

    kengerimiz dikenli, topraklı, çamurludur. topraktan sökülür, daha sonra evlerde hummalı bir çalışma ile ( genelde anne, kız, yenge, o esnada tesadüf eseri komşu da varsa yaşadılar-gülücük) üzerideki ölü kabuk atılıp doğranılır ve kaynatılır. rengi beyaz olsun diye de bir miktar süt katılır kaynayan suya ( yemek tarifi vermeyeceğim rahat olun-tebessüm)

    yazın taze taze kullanılır

    çorbalarda, ya da tavada kavrulup üzerine yumurta kırılarak veyahut yufka arasına konulup börek olarak da tüketildiği görülmüştür. marifet kullanabilen de.

    daha sonra da, kış aylarında yine çorbalar, yemeklerde kullanmak için, haşlanıp derin dondurucularda muhafaza edilir.

    neyse..mutfaktan kokular gelmeye başladı, akşama kenger var galiba.

    keremken (buyurun)

    (tebessüm)

     
  4. istanbul hatırası

    bir okur grubu ile beraber okuduğum ahmet ümit kitabı.

    okuduktan sonra yolum düşmüştü istanbul'a. rehber arkadaşa(rehber olarak düşünüyordu kendisini-gülücük) kabarık bir liste vermiştim ve şunu da eklemiştim

    "bu şehri bilmiyorum diye sakın aceleye getirme bu turu, aklını alırım"

    liste ise şöyle;

    1-sepetçi kasrı

    2-gülhane

    3-yerebatan sarnıcı

    4-ayasofya..

    5-..

    uzayıp gidiyordu aklımda kaldığı kadarı ile..

    (buralar rehbersiz de gezilir ki denilir şimdi, ama öyle değil işte, işin için de gizem var gizem)

    (tebessüm)

    cevap şu olmuştu şaşkın bir suratla

    "e ama dostum, bu listedeki bir çok yere kendim dahi gitmedim, sen bana rehberlik et o zaman"

    bir tatlı hatıra olmuştu benim için.

    bak ya, kitabı yazacaktım oysa ki, öhömm

    (bir tebessüm daha)

     
  5. lori lori

    başlığı görünce; inleyen, ağıt yakan cümlelerden özür dileyerek mırıldandığım şarkı sözlerinin kalbi olan iki kelime..

    "lori lori lorikamın

    (nenni nenni nennim)

    sebr u arama jina mın

    (yaşamımın sabrı ve huzuru)

    tu diheli li ber çaven mın

    (sen erirsin gözlerimin önünde)

    çare naye jı deste mın

    (elimden bir çare gelmez)

    ben söylemeye devam edeyim, zira parmaklar kanıyor yazarken..