Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

cahil kelimeler

Bu üye Çaylak

Bu üyenin profil sayfasına git

354 entry 59 konu hiç puanı yok
20.02.2021 13:01 son işlem tarihi takip etme takip et

ay ışığında

Bir kadının saçlarını aralar gibi parıldıyor kimi zaman.

17.02.2021 22:30
  1. divane

    bektaşi deyişlerinde sıklıkla kullanılan bir kelime.

    özellikle kul yusuf'un yazdığı "şu benim divane gönlüm" şiiri son dönemin pek moda türküsü halini aldı. Grup Abdal yorumu da enfes dip not olarak.

     
  2. kayseri

    birini çıkardıktan sonra kapısına kilit vurulması gereken şehir.

     
  3. nurullah genç

    fakülte de hocam olan iktisat profesörü, insan sarrafı, duayen, hisli şair. yönetim ve organizasyon diye bir derse girerdi. iki saatlik dersi birleştirirdi ve o iki saat iki dakika gibi izafiyete dönerdi. anlatırdı; şiir gibi, su gibi akıcı türkçesiyle. hayran hayran dinlerdim. hayata dair ne çok şey anlatırdı.

    sonraları hep irtibat halinde olduk. siyasete atılmak istedi. çok üzüldüm. siyaset ona göre değildi. çünkü onun durduğu yerde siyasetçilerin gölgesi gezmez. onların ütopyaları onunkilere benzemez. bir hocadan çok onun şairliğine hayranım. hayranıyım; yüreğimde yeri var kelimelerinin çünkü. insan şu dizeleri yazan bir insana bir şaire nasıl hayran olmaz, nasıl saygı duymaz?

    "yeter ki o nazenin kalbin emir buyursun,

    kâinat yıkılsa da yüreğimde uyursun."

    yağmur şiiri var mesela. yıllarca yazdığını anlatmıştı. avrupa gezilerinde, memleket trenlerinde, yol güzergahlarında ilmek ilmek dokuduğunu anlatmıştı. o muhteşem dizeler öyle nakış oldu. mesela anlamını bilmediğimiz bir kelimedir rüveyda. adım adım demek ve aşağıdaki dizelere bir bakın, bakalım. yürümek ne imiş, bir öğrenin.

    "adını söylemek istemiyorum

    rüveyda dediğim zaman

    anla ki, senin için yürüyor kelimeler

    çığlığımın atardamarlarından."

    mesela bir tebessümle gelen güzellikleri anlatacak kelimeleri çoktan yan yana dizmiştir kendisi;

    "ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum

    asil tebessümünü düşürdüm izlerime

    müpteladır gemiler benim denizlerime

    gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum

    çehresinde hatıran büyüyor bebeklerin

    gizemine aşina varlığım ve yokluğum"

    mesela insanı, hayatı anlamamanın acısını anlatacak daha zarif bir yol var mıdır?

    "bilmem neyi aradım bir ömür kışlarında

    binbir gece yürüdüm hangi muamma için

    zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında

    benim rüyalarımda birkaç deli güvercin"

    mesela insanın kendi acılarına bizzat kendisinin sebep olduğu başka bir varlık var mı?

    "resim, bir masal gibi irkilir gerçeğinden

    ihtiras âyinleri, leyl-ü nehâr çanları

    kendini beyan eder sırların merceğinden

    alır avuçlarına, öper ısırganları"

    mesela adı tüm dizelerinden güzel olan bir şiir var, insan sevdiğine öyle mi seslenir gerçekten?

    "al götür ta öteye ağlayan mektupları

    götür ağzı köpüren atları bu şehirden

    sana dimdik yürümek yakışıyor ey kadın

    bana bir padişahı ağırlamak yeniden"

    ve son olarak insan insanı illa bir insana emanet edecekse, o insan herkesten önce "anne"dir. ilk akla gelen annedir. hocam da öyle yapmış, hepimiz öyle yapalım. şu dünyayı alalım, evladını yüz üstü bırakmayan anaların kollarına bırakalım.

    "üşüttün mü kundağını yayarken

    incittin mi beşiğine koyarken

    emzirmeyip ağlattın mı anası

    sen yanmazsan gülüme kim yanası

    adımları çaresizlik kokmasın

    eller ona nazar edip bakmasın

    odasını çiçeklerle donandır

    canımdan çok sevdiğime inandır

    ağacının dallarından meyve sun

    oyasında bütün renkler bulunsun

    hasretimi duvarında görmeli

    kıracaksa, kalbimi o kırmalı

    gecesine kandil yaptım katreyi

    fatih'in gül kokladığı portreyi

    hayreti'den müstezadlar okusun

    gergefinde hicranımı dokusun

    uyut onu kuştüyü döşeklerde

    beklemesin tılsımlı eşiklerde

    yüreğinden inciler sun anası

    sen sunmazsam gülüme kim sunası

    dünya bitse avucunda dirhem ol

    benim için yarasında merhem ol

    yatağında sultan gibi uyusun

    uyusun da gonca gonca büyüsün

    sabahleyin kuşlar ötsün başında

    gülüm henüz bir gelincik yaşında

    yakıldı mı saçlarının kınası

    takıldı mı kurdelası, anası

    unutma ki sen gülüme aynasın

    gülümsesin, bebeklerle oynasın

    ceylan eti, kuş sütü sofrasında

    kaf dağının balı olsun tasında

    kirpikleri ıslanmasın anası

    sen yanmazsan, gülüme kim yanası?"

    ve bir dize daha ekleyip öyle bitireyim.

    "kırda açan çiçek kalır mı kışa"

     
  4. türkiye

    bir kadın olsaydı her şeyden, herkesten korkan bir diyar olurdu.

    Düşünün bir dakika; mesela sokaklara çıkmaktan korkardı; çünkü kimin saldıracağı belli olmazdı. mesela karanlıkta yalnız yürümekten korkardı; çünkü arkasındaki adım sesleri hep tehdit sayılırdı. Mesela bir işe kalkışmaya korkardı; çünkü elindeki çamurumsu hamurla orada ne işi vardı gibi bir söyleme maruz kalırdı. Mesela kahkaha atamaz, gönlünce giyinemez ve saçlarından hep kendi suçlu olurdu. Mesela yediği dayakları, uğradığı tacizleri hep saklar; kabahatin kadınlığında olduğunu kabullenerek yaşardı. Mesela erkeklerin kendisini aşağılayarak yükseldiği bir coğrafyada, hafifletici sebepler hep onun lehine olur; ne yapsa kabahat sayılırdı. meselalar böyle sıralanırken türkiye bir kadın olsaydı yine böyle mutsuz olurdu. ibni haldun haklı; coğrafya kaderdir. artık kederdir de.

     
  5. çocuk

    bendim, sendin, oydu; yani bizdik, yıllar evvel hepimizdik. hani bir şarkıda "biz büyüdük ve kirlendi dünya" diyor ya işte o şarkıyı haklı çıkardık. büyüdük ve bizden geriye hiçbir şey bırakmadık çocuklara. ne su, ne barış, ne umut bıraktık. hepsini yaktık, yıktık ve tükettik. sanırım dünyanın gördüğü en kötü çocuklar bizdik. bizden sonrakiler sadece çaresiz.