Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

nurullah genç

paylaş araştır

 

  1. erzurum doğumlu siyasal bilimler üzerine tahsil görmüş Profesör doktor. aynı zamanda çok güzel şiir yazan muhterem insan. yağmur şiiri ayrı güzeldir

    .

    .

    .

    Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

    Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

    Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım

    Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım

    Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

    Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

    Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

    Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

    Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

    Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

    Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

    Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

    Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

    Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

     
  2. Erzurumda çalıştığım radyo programında tanıştığım iktisatçı şair.

     
    (Bkz: sanat)(Bkz: iktisat)(Bkz: erzurum)
  3. spoiler

    dizelerinin sahibi şair .

    çok bilinmez ama "siyah gözlerine benide götür" gerçekten güzel bir şiirdir.

     
  4. fakülte de hocam olan iktisat profesörü, insan sarrafı, duayen, hisli şair. yönetim ve organizasyon diye bir derse girerdi. iki saatlik dersi birleştirirdi ve o iki saat iki dakika gibi izafiyete dönerdi. anlatırdı; şiir gibi, su gibi akıcı türkçesiyle. hayran hayran dinlerdim. hayata dair ne çok şey anlatırdı.

    sonraları hep irtibat halinde olduk. siyasete atılmak istedi. çok üzüldüm. siyaset ona göre değildi. çünkü onun durduğu yerde siyasetçilerin gölgesi gezmez. onların ütopyaları onunkilere benzemez. bir hocadan çok onun şairliğine hayranım. hayranıyım; yüreğimde yeri var kelimelerinin çünkü. insan şu dizeleri yazan bir insana bir şaire nasıl hayran olmaz, nasıl saygı duymaz?

    "yeter ki o nazenin kalbin emir buyursun,

    kâinat yıkılsa da yüreğimde uyursun."

    yağmur şiiri var mesela. yıllarca yazdığını anlatmıştı. avrupa gezilerinde, memleket trenlerinde, yol güzergahlarında ilmek ilmek dokuduğunu anlatmıştı. o muhteşem dizeler öyle nakış oldu. mesela anlamını bilmediğimiz bir kelimedir rüveyda. adım adım demek ve aşağıdaki dizelere bir bakın, bakalım. yürümek ne imiş, bir öğrenin.

    "adını söylemek istemiyorum

    rüveyda dediğim zaman

    anla ki, senin için yürüyor kelimeler

    çığlığımın atardamarlarından."

    mesela bir tebessümle gelen güzellikleri anlatacak kelimeleri çoktan yan yana dizmiştir kendisi;

    "ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum

    asil tebessümünü düşürdüm izlerime

    müpteladır gemiler benim denizlerime

    gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum

    çehresinde hatıran büyüyor bebeklerin

    gizemine aşina varlığım ve yokluğum"

    mesela insanı, hayatı anlamamanın acısını anlatacak daha zarif bir yol var mıdır?

    "bilmem neyi aradım bir ömür kışlarında

    binbir gece yürüdüm hangi muamma için

    zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında

    benim rüyalarımda birkaç deli güvercin"

    mesela insanın kendi acılarına bizzat kendisinin sebep olduğu başka bir varlık var mı?

    "resim, bir masal gibi irkilir gerçeğinden

    ihtiras âyinleri, leyl-ü nehâr çanları

    kendini beyan eder sırların merceğinden

    alır avuçlarına, öper ısırganları"

    mesela adı tüm dizelerinden güzel olan bir şiir var, insan sevdiğine öyle mi seslenir gerçekten?

    "al götür ta öteye ağlayan mektupları

    götür ağzı köpüren atları bu şehirden

    sana dimdik yürümek yakışıyor ey kadın

    bana bir padişahı ağırlamak yeniden"

    ve son olarak insan insanı illa bir insana emanet edecekse, o insan herkesten önce "anne"dir. ilk akla gelen annedir. hocam da öyle yapmış, hepimiz öyle yapalım. şu dünyayı alalım, evladını yüz üstü bırakmayan anaların kollarına bırakalım.

    "üşüttün mü kundağını yayarken

    incittin mi beşiğine koyarken

    emzirmeyip ağlattın mı anası

    sen yanmazsan gülüme kim yanası

    adımları çaresizlik kokmasın

    eller ona nazar edip bakmasın

    odasını çiçeklerle donandır

    canımdan çok sevdiğime inandır

    ağacının dallarından meyve sun

    oyasında bütün renkler bulunsun

    hasretimi duvarında görmeli

    kıracaksa, kalbimi o kırmalı

    gecesine kandil yaptım katreyi

    fatih'in gül kokladığı portreyi

    hayreti'den müstezadlar okusun

    gergefinde hicranımı dokusun

    uyut onu kuştüyü döşeklerde

    beklemesin tılsımlı eşiklerde

    yüreğinden inciler sun anası

    sen sunmazsam gülüme kim sunası

    dünya bitse avucunda dirhem ol

    benim için yarasında merhem ol

    yatağında sultan gibi uyusun

    uyusun da gonca gonca büyüsün

    sabahleyin kuşlar ötsün başında

    gülüm henüz bir gelincik yaşında

    yakıldı mı saçlarının kınası

    takıldı mı kurdelası, anası

    unutma ki sen gülüme aynasın

    gülümsesin, bebeklerle oynasın

    ceylan eti, kuş sütü sofrasında

    kaf dağının balı olsun tasında

    kirpikleri ıslanmasın anası

    sen yanmazsan, gülüme kim yanası?"

    ve bir dize daha ekleyip öyle bitireyim.

    "kırda açan çiçek kalır mı kışa"

     
  5. Intizâr kitabının 2017 baskısını takip etmediğim ve haberdâr olmadığım için yerin dibine girdiğim edebiyatçı.

    O kitabını bulamamış , kendisine ulaşmış ve tekrar basılacağına dair müjdeyi de kendisinden almıştım.

    Zaman akıp giderken ne çok şeyi unutup bırakıyorum bir yerlerde

    Dur demeli dedigim başlıktır.

     
  6. fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına

    bir güvercin uçurup kıtalar arasından

    çağırdın beni

    geçerek birer birer sürgün kanyonlarını

    derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına

    yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı

    yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı

    yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana

    koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

    adını söylemek istemiyorum

    her hecesi amansız bir kor dudaklarımda

    her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım

    zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım

    adını söylemek istemiyorum

    rüveyda dediğim zaman

    anla ki, senin için yürüyor kelimeler

    çığlığımın atardamarlarından

    hangi yıldızdır bilmem, gözlerin

    kayar da üzerime rüveyda

    önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime

    sonra açılır önümde ıstırab vadileri

    silik renkleriyle adımlarıma

    çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir

    hayalin bittiği menfeze doğru

    alaca bir at koşar içimde

    zamansız, mekansız nefese doğru

    uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair

    yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda

    oysa rüveyda

    baştanbaşa ben

    kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim.

    kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden

    bir anlatsam nasıl utandığımı

    bir doğrulsam eğildiğim yerlerden

    ağarır tanyeri nilüferlerin

    alaca bir at koşar içimde

    ezer toynakları ile anılarımı

    sular köpürmemeliydi rüveyda

    kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin

    ben zehire alışkınım, şerbete değil

    rüyalar hefret eder avare duruşumdan

    kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde

    sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber

    ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş

    yargılamak için zeval kayıtlarını

    inkılab bekliyorum

    hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin

    uzanır da gönlüme rüveyda

    derinden bir ok saplanır bağrıma

    beynimi çağıran bir sese doğru

    alaca bir at koşar içimde

    zamansız, mekansız nefese doğru

    varlığın cinayettir memleketimde işlenen

    akıtır kanını en asil pehlivanların

    yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi

    varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

    artık eskisi gibi bakamıyorsun

    göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda

    binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin

    güneş bir anne gibi dururdu başucunda

    artık dokunamıyor kakülün bulutlara

    karalara bürünmüş saçlarında dolunay

    ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda

    hangi ressamı vurur bilmem, endamın

    sarar da benliğimi

    ben beni tanımam kaldırımlarda

    kafesleri yutan kafese doğru

    alaca bir at koşar içimde

    zamansız, mekansız nefese doğru

    kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına

    duydun mu orkideye dua eden birini

    bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda

    bu yapmacık bebekler

    gözyaşı akıtırken gülenler yok mu

    beni kahrediyor geceler boyu

    hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün

    soluk bir dünyanın mezarlarına

    gömerek gurbetimi

    kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını

    meydan okuyuşun çağın ordularına

    bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır

    doruklardan öte hevese doğru

    alaca bir at koşar içimde

    zamansız, mekansız nefese doğru

    yasını tutuyorum kararttığım düşlerin

    yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda

    amansız bir ütopya üfleyen pencereler

    lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi

    önümde, haksızlığın hesaba çekildiği

    hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer

    arkamda, kare kare ömrümü belirleyen

    hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

    söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını

    yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere

    kim giydirir başıma tacını nihayetin

    kim takar bileğime hürriyet künyesini

    karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle

    rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı

    ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı

    asırlardır köhne barınaklarda

    küflenen, çürüyen çığlıklarımı

    at vuruldu; içim paramparça rüveyda

    gölgelerin ardına sakladım kusurumu

    sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin

    ben burda damla damla eriyip akıyorum

    yine de, çiğnetemem kimseye gururumu

    istenmediğim yeri sessizce terkederim

    hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu

    mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim

    Nurullah Genç

     
Entry yazmanız için üye olmanız gerekmektedir. Üye olmak için tıklayın, üye iseniz lütfen oturum açın.