![]() Türkiye'nin memur portalı |
|
bunların belli ki ilk önce yüzleri şekillendiriliyordu, dedi.
yalnız modeller beklerken önce düzgün duruyorlar sonra ise sıkıntıdan yana kaykılıp yüzlerini ekşitiyorlardı.
o yüzden bunların hepsinin yüz ifadesi böyle.
arkeoloji müzesini biraz kakara kikiri yapmak zorunda kalarak gezdik.
hepsinin tek tek yanlarında durup taklitlerini yaptı.
Hadrianus heykelinin yanına geldiğimizde ise taklit falan yapamadı tabi ki.
benim kafamda çalmaya başlayan şarkı ise: Eşkiya dünyaya anam, hükümdar olmaz.
Ufak tefek işler haricinde sakin bir gün oldu.
Sıcaktan nem den eridik ama su gibi bir nimet var ki bir nebze rahatlattı bizi.
Balkonda oturmuş gökyüzüne bakıyorum hayatı sorgulamaya çalışırken bakıyorum hayat beni sorguluyor,benimle bir derdi var ama henüz çözemedim du bakalım.:)
uyurgezer demeyelim de uyuroturur diyelim.
gece ne yaptığımı görüyor musun ? dedi.
görüyorum tabi dedim, ara sıra yattığın yerden kalkıp oturuyorsun. Boş boş bir noktaya bakıyorsun.
Evet, dedi.
Aslında uyurken yoruluyorum.
oturarak biraz dinlenmiş oluyorum.
Farklı bir bakış açısı.
----
metroya bindiğimizde burnu tamamen tıkanmıştı.
sesini de çıkaramıyor.
alerjisi tavan yapmış.
şevkat yerimdar gibi iki büklüm olup koltukta büzüştü.
aslında yeri dar değildi ama diğer yolcuları rahatsız etmeden burnunu silebilmesi gerekiyordu.
metroyu ve sarnıçları da listeden çıkardı.
gözlerimi diktim uzun uzun adama bakıyorum.
bunu çaktırmadan yapamıyorum.
hesaplıyorum.
sanırım tam olarak 30 sene geçmiş.
peki ne olmuş ?
saçlar kısalmış, kırlaşmış ve düzleşmiş.
kilo alınmış.
hayat omuzlara çökmüş.
mağaza büyümüş.
çeşitlilik artmış.
o zamanlar birbiriyle rekabet eden iki adet dükkan vardı.
şimdi artık biri yok.
Le vent nous portera.
Yine kafamda çalmaya başladı.
bir kısa film çekecekmiş.
ismini de reçel koyacakmış.
filmin başlangıcında duvara yapışarak parçalanan reçel kavanozları olacakmış.
rengarenk reçeller duvarda iz bırakacakmış.
iyi, dedim, iyi fikirmiş.
böyle bir roman okumuştum ben de.
kız okumadığı halde kendisine sürekli okuması için verilen kitaplardan cinnet geçiriyordu.
Babası mıydı, komşusu muydu, akrabası mıydı kimdi unuttum sürekli buna kitaplar getirip bırakıyordu.
Sonra kız bir akşam yemeğinde gayet sıradan bir ses tonuyla:
Bugün durakta beklerken yanımda birini öldürdüler,
demişti.
Yoruldum nasıl anlatayım şimdi.
Yine plana bağlı kalmadığım bir gün daha yaşadım, anlık anı yaşamak daha keyifli ne esiyorsa onu yapıyorsun...
sıcaktan ve hastalıklarından dolayı fenalaşıp bayılmış.
çevredekiler yardımına koştu.
kimi bastonunu tuttu kimi elini yüzünü açtı.
kimi yardım ister gibi etrafa bakınıyor.
biraz düşündük, birbirimize baktık.
sonra apar topar eşiyle birlikte arabaya bindirdik ve hastanenin yolunu tuttuk.
aslında bir miktar risk almış olduk ama hastane çok uzak değildi zaten.
ambulans arayıp beklemeli miyiz diye hesapladık.
yola çıkmak mantıklı geldi.
iki gün önce düşmüş.
kolunu yere çarpmış ve çatlamış ya da şişmiş olabilirmiş.
birkaç gün önce kan vermiş kolu morarmış ve elinin üzerinde flaster ve bandajdan kalan izler var.
tahlilleri temiz çıkmışmış.
kronik bazı hastalıkları varmış.
kalp hastalığı, şekeri varmış.
çocuklarını sorduk.
uzaktalar gelemezler dediler.
burada kimse yok mu, dedik.
bir oğlu ve torunu buradaymış.
ona haber verdiler.
acilden giriş yaptık.
kadın kalbim diye inliyor, ecel geldi ecel diye sayıklıyor.
sağolsun acildeki güvenlik yardım etti.
sandalyeye oturttuk ve hastaneye teslim ettik.
Bu sıcaklarda değil kronik hasta sağlam insan ayakta duramaz.
sık sık uyarmak lazım herkesi.
yari görse idim haftada ayda,
sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
azrail göğsümde canım hayhayda oy
ciğerimin başı yarelendi gel gel
canım gel gel,
gülüm gel gel
kurban gel gel
çalmaya başladı...
kırmızı gül desenli lastik ayakkabıları, kenarını emaneten diktiği eteği geldi aklıma.
lastiği ayağından çıktı yeniden giydirdik.
çocukları çok uzaktaymış, gurbetteymiş.
şimdi sinirlerim bozuldu...
biraz aslında epey dolmuşum sanırım.
sen demiştin ya, dedi.
ben ne demiştim, ne bileyim unuttum gitti.
olmadı bu sene, bostan verimli değildi, dedi.
bütün fideler yandı kavruldu, dedi.
demişmişim ki ağaçlardaki meyveler verimli olacak bu sene, toprak ürünleri bereketli olmayacak.
ben de bir tarafımdan uydurmadım ki.
eskiler istatistik tutmuş, gökyüzünü incelemiş, döngülere bakmış, gezegenlerin hareketlerini incelemiş, iklimlere kulak vermiş
Muhyiddin ibn-ül arabi , Müştak Baba notlar tutmuş.
yazmış çizmiş.
ona bakılırsa şiddetli kuraklık kapıda aynı zamanda su baskınları da...diyorlar.
mecburi , kuraklık sebepli büyük göçler de kapıda deniyor.
vakti zamanında adamların tabiata uyumlanma dertleri vardı, bize kehanetleriyle şov yapma dertleri yoktu.
o yazıları da herhalde hayrımıza bırakmadılar.
kendi toplumlarını aydınlatmaya çalıştılar.
neyse, gerçekten de ağaçlarda meyveler ışıl ışıl parlıyor.
bir yerlerden eksiliyor başka bir yerden artıyor.
sen ne diyorsun, dedi.
zincirli, leopar desenli çamaşırlı teyzeler geliyor, dedi.
bizim optimist,
bizim neşeli,
bizim nisanın, baharın armağanı, zodyağın bebeği, cevabı yapıştırdı:
Bence şükretmelisin, aynı şekilde amcalar geliyor da olabilirdi.
o sırada ben:
yaşama sevinci neydi ? Hayata bağlılık neydi ? Moral motivasyon neydi ?
Not: Bu arada çıkan malzemeyi teslim almak için polis kapıda bekliyormuş.
Ne yapacaktın ki, atraksiyon müzesi kurup sergileyecek miydin ?
aslında olabilirmiş , masumiyet müzesi var da kriminal müzesi niye yok mesela...
| İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2025 MN Yazılım |
