Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
pek çok inanırın inancını borçlu olduğu "medeniyyyyett" gibi medeniyet.
olmasalardı, kim inanacaktı nuh tufanı'na, kızıldeniz'in yarılmasına, ibrahim'e, musa'ya, isa'ya?..
liste uzar gider de, cehalet kolay kolay gitmiyor maalesef...
M.Ö. 4000-2000 yılları arasında Güney Mezopotamya'da yaşamış medeniyet. Sümer tabletleri de okunduğu zaman fikrimce, hem bu medeniyete, hem de hayata farklı bir pencere açmış olacaksınız.
ilk defa Jules Oppert tarafından isimlendirilen medeniyet olan sümerlerin bulduğu kabul edilen yazı çivi yazısı.
sümer kültürü Mısır'dan da eski bir kültür.
Babil kalıntıları üzerindeki çalışmalar derinleştirildikçe çok daha eski bir kültürün izlerine rastlanmış.
Babil kültürünün bu eski ve güçlü kültürün üzerinde şekillendiği fark edilmiş.
sümer kültürünün başlangıcının eski yazıtlarda bahsi geçen büyük tufan sonrasına kadar dayandığı ile ilgili çeşitli ipuçlarına ulaşılmış.
Daha doğrusu bölgede genel ya da lokal felaket olarak adlandırılabilecek bir su taşkınının somut verilerine ulaşılmış.
Bir akarsu yatağından geldiği belirlenen 2.5 metre derinliğinde içinde herhangi bir kalıntı barındırmayan kil tabakası ve üzerinde yeniden inşa edilen medeniyet Gılgamış destanının dayanağını da teyit eder nitelikte.
mezopotamya'daki en eski edebi eser olarak kabul edilen Gılgamış destanı da büyük tufandan bahsetmekte.
1922 yılında Leonard Woolley, Kildanistan'da, Ur denilen höyükte yaptığı kazılarla tufanın somut izlerine rastladı.
Yabancı sümer ulusu sonradan Fırat-Dicle deltasına gelip yerleşmiş; kültürünü, yasalarını ve yazısını da beraberinde getirmiş, birkaç yüzyıl içinde de diğer barbar uluslar tarafından ortadan kaldırılmış.
Dünyanın ilk metropolü olarak kabul edilen Babil'de, Sümer, Sami, Amorit, Arami, Elam, Kassit, Luleber, Mitanni, Hitit dilleri konuşuluyormuş.
Yazıtlarda "Karabaşlar" olarak tanımlanan Sümerler, Sami olmayan siyah saçlı bir ulus.
Dilleri eski Türkçeye benziyor. Turani diller ailesine ait.
Fiziksel olarak Hint-Avrupa insan grubuna benziyorlar.
Şimdilik bütün bilinenler bunlardan ibaret ve bu bilgiler üzerine çeşitli varsayımlar üretiliyor.
tapınma eylemlerini yüksek tepe ve dağlarda yapmışlar ve eğer düz ovadaysalar zigguratlar inşa etmişler.
İki nehir arasına yani Mezopotamya'ya dağlık bir yerden geldikleri varsayılıyor.
mimari gelenekleri de yüksek ormanlık alanlarda yani yayla kültüründen doğan tahta yapı geleneğine dayanıyor.
Menkıbelerinde ise denizden geldiklerini belirten bölümler varmış.
bunun haricinde doğuda Afganistan ve Belucistan'dan İndus vadisine kadar olan bölgede yapılan kazılarda bulunan dört köşeli mühürlerin Sümerde bulunanlarla tam tamına benzemesi de dikkat çekici.
Fiziksel yapı olarak da Sümerliler burada yaşayan halklara benzetilmiş.
Yine de Sümerlerin kökeni hakkında tam ve net bir bilgi henüz elimizde bulunmuyormuş.
Biraz da Gılgamış destanından bahsedelim:
Destan, sümerlerin yaşayışları hakkında ipuçları veren öyküler barındırıyor.
bir şiir şeklinde tabletlere Akatça olarak geçirilmiş.
Antik mısır medeniyeti dini metinlerinden sonra yeryüzünde bulunan en eski ikinci dini metin olarak da kabul edilmiş.
destan farklı medeniyetlere ait farklı kaynaklardan toparlanmış ve eksik tabletleri, bölümleri varmış.
toplamda 11 adet tablet çevrilebilmiş.
ayrıca bulunan tabletlerin de henüz tamamının çevrilmediği belirtiliyor. ( Yarısı kadarı çevrili )
Bulunan her bir tablette farklı hikayeler anlatılıyor.
Bazı tabletler son derece iyi korunmuş vaziyette günümüze ulaşmış.
Tabletlerin birinde nuh tufanına benzeyen bir hikaye yer alıyor.
Destana göre Mezopotamya şehir devletlerinden biri olan Uruk şehrinin kralı olan Gılgamış'ın ( Gılgameş )
Üstün özellikleri sıralanmış: Bilgeliği, güzelliği, güçlü oluşu, gizli ilimler bilgisi, görkemli oluşu, iyi oluşu, tüm dünyayı gezişi vs.
Tufan öncesinde yaşadığı olayları yazıya dökerek bunları ölümsüz hale getirdiğinden bahsedilmiş.
Destanda birden fazla tanrıdan bahsedilmiş.
Gılgamış'ın başta tüm ülkeleri gezip uruk şehrine gelmesi, şehre bir türlü dirlik vermemesi nedeniyle halkın tanrılara şikayet edip yalvarması, bunun üzerine Enkidu adı verilen güçlü ve şehir görmemiş vahşi görünümlü insanın tanrılar tarafından Gılgamış'a rakip olarak yaratılması,
buradaki amacın şehrin rahat bir nefes almasının istenmesi anlatılmış.
Engidu'ya rastlayan bir avcı durumu gılgamış'a haber vermiş.
Gılgamış avcıya: Ona bir kadın götürmesini söylemiş.
Avcı Gılgamış'ın dediğini yapmış.
Engidu kadını almış ve kadın onu şehre çağırmış.
ona şehirli gibi yaşamayı öğretmiş.
Başta karşı karşıya gelen Gılgamış ve enkidu sonra arkadaş olmuş.
Daha sonra Enkidu'nun tüm uyarılarına rağmen güçlü humbabayı yenmek için birlikte ormana gitmişler.
ormanda hükümdarlık kuran ve orman girişine büyük bir kapı yapıp oraya bekçi koyan humbaba Gılgamış ve Enkidu'nun karşısına çıkmamış.
ormandaki ağaçları kesen Enkidu'nun humbabayı kızdırmasına rağmen onu yenip kafasını kesmişler.
Daha sonra Gılgamış, kendisiyle evlenmeyi reddettiği için öfkelenip üzerine babasından istediği güçlü bir boğayı salan İştar'ın boğasını da öldürmüş.
Fırat'ta ellerini yıkayıp Uruk'a sarayına dönmüş.
Sarayda şenlik yapmışlar.
göksel güçler Gılgamış yerine Enkidu'nun hastalık ve düşkünlük içinde ölmesine karar vermiş.
Enkidu'nun ölümünden sonra 7 gün 7 gece bekleyen Gılgamış bu ölüme isyan etmiş.
Kendini dağlara bayırlara vurmuş.
Yola çıkıp ölümsüzlüğü aramaya başlamış.
Dağların kapısından geçip karanlıkta yol almış.
ölümsüzlüğün peşinde türlü ilahi güçlerden akıl almış.
Daha sonra Nuh Tufanına benzeyen tufan hikayesinden bahsediliyor.
tufandan yaptığı gemi sayesinde topladıklarıyla birlikte kurtulan Utnapiştim Gılgamış'a bir ölümsüzlük bitkisinden bahseder.
deve dikenine benzeyen ama dikenleri gül dikeni gibi sert olan bu bitki yerin altında tatlı su kaynağının dibinde bulunmaktadır.
ayağına taşlar bağlayan Gılgamış tatlı suyun dibine kadar iner ve bitkiyi bulup çıkarır.
Bir kuyuda yıkanmak istediği sırada bir yılan deliğinden çıkar ve bitkiyi alıp derisini ise orada bırakıp gider.
Gılgamış üzgündür.
Çaresiz Uruk şehrine geri döner.
şimdi bu kadar bilgiyi acaba kayıtlara geçsin de ölümsüz olsun diye tabletlere kim kazımış?
tabletlere akatça olarak kazınmış bu bilgiler, günümüzde ırak toprakları içinde kalan, Fırat Nehrinin doğusunda kalan ve Mezopotamya'da bulunan, etrafı surlarla sağlamca çevrilmiş olan Uruk isimli şehir devletinin gerçekten de yaşamış hükümdarı olan kralı Gılgamış adına yazılmış. ( MÖ 2800 olarak yaşadığı dönem tarihlenmiş )
Uruk şehrinin şimdiki haline uydu fotoğraflarından bakınca Denize ( körfeze ) çok da yakın olmayan, dicle ve fırat'ın suladığı bereketli ova gibi bir yerde nehir kenarında kurulduğu görülüyor.
ama etrafta destanda bahsi geçen ne bir dağ var ne de bir orman.
çöl gibi, mars yüzeyi gibi topraklar.
efsanede bahsi geçen hayvanların, ağaçların esamesi okunmuyor.
Alabildiğine dümdüz topraklar ve şehirden kalan sağlam tuğladan sur kalıntıları...
Demek ki aradan geçen binlerce yılda coğrafi koşullarda da bazı değişiklikler olmuş.
Belki iklim, bitki örtüsü bir şekilde değişmiştir.
kesinlikle mısırdan bitık eski ve daha önemli bi uygarlık, yazıyı onlardan önce buldular
mısır yazıyı onlardan aldı
ayrıca daha önce piramit yapmaya başladılar(ziggurat şeklinde)
ama daha devasa yaptıkları için mısırı biliyoruz
Bilindiği kadarıyla en eski yazı Sümerlerin çivi yazısı fakat M.Ö 7. yüzyıla tarihlenmiş sanskritçe yazıtlar da var.
Hangisi daha eski tam olarak belirlenememiş sanırım.
Bu arada göbekli tepe, karahan tepe ve boncuklu tarla buluntuları sümer medeniyetinin pabucunu dama atmış gibi duruyor şimdilik.
Bilinen , günümüz teknolojisine en yakın şekilde ve seri olarak üretilen neredeyse fabrikasyon denebilecek bir süreci olan kumaşları ilk kez sümerlerde görüyoruz.
Cumhuriyetimizin ilk fabrikalarından olan Sümerbank bu bilgiden esinlenilerek ismini almış.
bulundukları coğrafyada taş ve maden olmadığı için seri olarak çömlek üretimine de bu medeniyet başlamış.
yüzlerce, binlerce sırlı pişmiş çanak çömlekler üretmişler.
Sümer medeniyetinin, günümüz coğrafyasına göre, bir kısmının Irak'ta, bir kısmının suriye'de bir kısmı ise batı iran'da yer aldığını söyleyebiliyoruz.
atasözlerini ciddiye alıyoruz ve günümüzde benzerlerini kullanıyoruz fakat mit ve efsaneleri her nedense çok da ciddiye alınmıyor.
Sümer atasözleri:
gümüşü olan mutlu olabilir, arpası olan mutlu olabilir, hiçbir şeyi olmayan rahat uyur.
el ele adamın evi yapılır, mide mideye adamın evi yıkılır.
çiçeğini şimdi toplama sonra meyvesini yiyeceksin.
bey gibi yaparsan köle gibi yaşarsın , köle gibi yaparsan bey gibi yaşarsın.
öleceğiz sarf edelim, yaşayacağız biriktirelim.
Bir yalan söyle, sonra doğruyu söylesen bile yalan sayılır.
sümer dili ile türk dili arasındaki kuvvetli bağlantılarla ilgili bir video izledim.
kanalın adı bilig academia
1- Bulgulara göre sümerler mezopotamya'nın yerli halkı değil ve oraya MÖ 3500 civarında dışarıdan gelip yerleşmiş.
2- nereden geldikleri netleşmemiş.
3- Prof Dr. İlhami Durmuş, Aral gölü civarından geldiklerini ileri sürmüş. (Orada anav kültürü vardı yanılmıyorsam )
4- Prof dr. osman nedim tuna'nın iki dil arasındaki bağlantı gözüne ilişmiş.
5- iki dilin uzmanları defalarca bir araya gelmiş. Hatta başka dil uzmanları da çalışmalara katılmış.
6- iki dil arasında kullanılan çok sayıda ortak kelime ( 168 denklik ) ayrıca gramatikal kural benzerliği tespit
edilmiş.
7- ne olmuşsa olmuş ve her iki dil arasında bir etkileşim var. Hatta etkileşimden de öte benzerlikler var. ( ismin
halleri dediğimiz yönelme eklerindeki benzerlikler gibi )
özet: yazılı belgelerine ulaşılmış en eski dil günümüzde şimdilik türk dili olarak belirlenmiş. minimum 8000 yıl önceye tekabül ediyormuş. Bunların bir kısmı ise sümerce tabletlerde geçen türkçe menşeili kelimeler.
bir diğer bilgi ise sümerce ile bağı sonradan keşfedilen bir diğer çağdaş dilin macarca olması ve macarcanın da bir ural dili olması.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |