Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
Jose Saramago'nun müthiş bir insan eleştirisini sosyolojik tabanda ele aldığı ve körlük olgusunu bir metafor olarak kullandığı enfes romanı.
Araba kullanan bir kişinin birdenbire kör olmasıyla bulaşan körlük vakası sonrasında bir kampa toplanan insanların neler yapabileceğine şahit oluyorsunuz. Sadece bir doktorun eşi kör değildir ve onun gözünden okuduklarınız dehşete düşürüyor sizi. Yaşamı idame için türlü rezillikler, tecavüz,aşağılama, hırsızlık, cinayeti dahi göze almanın verdiği bir yolun nelere dönüştüğünün satırları... Hiçbir karakterin ismi yok. Buna rağmen çok iyi ilerliyor eser. Esasında her toplumun her devrin realitesi sunulmuş. Körlük ile kabul edilen düzen, öze entegre edilen kuralların insanları neye çevirdiğini bir vahşi çıplaklık ile veriyor. ''Sonradan kör olmadığımızı düşünmüyorum, biz zaten kördük!'
Çağımızın hastalığı ya da kaç yüzyılın hastalığı. Görmek istediğini görmeyen insanlığa bir tokat. Uzun uzun cümleler, sizi hayal edemediğiniz bir boşluğun etrafında sürüklüyor.
Ve altını çizdiğim şu kısmı yazmadan edemeyeceğim: '' öç almak doğru bir amaç uğruna yapılmışsa insanca bir davranış olur, kurbanın kendi celladı üzerinde hiçbir Hakkı yoksa, adalet yok demektir...''
Akabinde 'görmek' eserini okumamız gereken kitap.
omayraa da, hep benim ya okuduğum ya da okuyacağım romanları yorumlamış be kardeşim dememe sebep olan kitap. yarıladık ayıptır söylemesi ciddi anlamda sürükleyici. bitirince de yazarız bir şeyler.
sim.ya'nın da entry müthiş tabi.
dün gece itibariyle bitirdiğim ve fazlasıyla beğendiğim saramago eseri.
romanlar genelde okuyucuyu ilk 50 sayfadan sonra içine alır(en azından bende öyle oluyor), bu eser ilk sayfasında başarıyor bunu. tabi burada ilk sayfadan konuya bodoslama girilmesinin payı da oldukça fazla.
konu belli zaten, körlük salgını ve sırayla herkesin kör olması, bozulan düzen(zaten bozukmuş böyle kolay bozulduğuna göre). bizi fazlaca ilgilendiren ilk başta kör olan 7 kişilik bir grubun yaşadıkları. akıl hastanesinde karantiya alınmalarından, oradan kaçmaları ve dışardaki yaşayışları vs.
yazar müthiş bir insanlık eleştirisi yapıyor kitapta ve bence fazlasıyla devlet eleştirisi de. o vatandaşına bakmak zorunda olan sözde devlet. körlere olan bazı hükümet uygulamaları zaten bence tamamen yazarın da milliyeti düşünülünce salazar eleştirileri.
bu arada iki sahneye değinmeden geçemeyeceğim. okumayı düşünenler bunlara bakmasın bir zahmet;
birincisi, karantinadaki gruba sonradan katılan yaşlı adamın cep radyosuyla gelmesi ve o radyodan dinledikleri ilk müzik(zaten başka da müzik dinlemediler pili biter diye). orada fena alde esaretin bedelini çağrıştırdı olay.
ikincisi de, karantinadan çıktıktan sonra evlerinde temiz içecek su bulunca, kadının en güzel kristal bardaklarını çıkarıp suyu öyle içmeleriydi.
farklı farklı tanımlanabilecek pek çok körlük yani görme yetisi kaybı türü olmasına rağmen körlük, bildiğimiz manada gözlerimizi kapatarak ya da karanlık bir odada dolaşmaya çalışarak deneyimlemeye çalışabileceğimiz bir kavram değilmiş.
gören birine körlük kavramını anlatabilmek günümüz koşullarında imkansızmış.
beynin görme merkezinde ya da iletilerinde doğuştan ya da sonradan gelişen bir bozukluk nedeniyle gerçekleşen görme kayıpları tahayyül edilemeyecek bir durummuş.
bilim insanları bu durumu şöyle tanımlamaya çalışmış:
normal bir insana "x ışınları deneyimlemesi hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorulduğunda
o insan: "Hiçbir fikrim yok, bilmiyorum " cevabını verir.
doğuştan görme engelli insanların ağırlıklı çoğunluğu da bu nedenle "görmeyi" ya da "görmüyor olmayı" tanımlayamıyorlarmış.
sadece zamanla diğer insanlardan farklı olduklarını çeşitli deneyimler neticesi fark ediyorlarmış.
nesnelere çarpıp düşmeleri fakat diğer insanların böyle bir şey yaşamaması gibi.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |