Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
aklıma pembe incili kaftan geldi.
Belki de Ömer Seyfettin kitaplarını hiç okumamalıydık. :) :)
Muhsin Çelebi çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden gayet tabii bir hareketle kendine gösterilen şilteye oturdu. Sadrazam hâlâ ellerinde tuttuğu kıvrık kağıtlara bakarak içinden: "Ne biçim adam acaba deli mi ? " diyordu. Halbuki hayır... Bu çelebi gayet akıllı bir insandı. Merde, namerde muhtaç olmayacak kadar bir serveti vardı. Çamlıca ormanının arkasındaki büyük mandıra ile büyük çiftliğini işletir, namusuyla yaşar, kimseye eyvallah etmezdi. Fukaraya, zayıflara, gariplere bakar, sofrasında hiç misafir eksik olmazdı. Dindardı ama mutaassıp değildi. Din, millet, padişah aşkını kalbinde duyanlardandı. Devletinin büyüklüğünü, kutsiliğini anlardı. Yegane mefkûresi: "Allah'tan başka kimseye secde etmemek, kula kul olmamaktı." İlmi kemali herkesçe malumdu. İbn-i Kemal ondan bahsederken: "Beni okutur." derdi. şairdi... lakin daha ömründe bir kaside yazmamıştı. Hatta böyle methiyeleri okumazdı bile. Yaşı kırkı geçiyordu. Önünde açılan ikbal yollarından daha hiçbirine sapmamıştı. Bu altın kaldırımlı, minâ çiçekli, cenneti andıran nurani yolların nihayetinde daima kirli bir etek mihrabı bulunduğunu bilirdi. İnsanlık onun nazarında çok yüksek, çok büyüktü. insan, arzın üzerinde Allah'ın bir halefiydi. allah, insana kendi ahlakını vermek istemişti.
...
...
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |