Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
şehnaz dirgenBu üye YazarBu üyenin profil sayfasına git |
|
|||||||
|
bazen "iyi akşamlar" derler. "ben bunu eve götüreyim ya lazım olur" diye alır bikaçını eve götürürsün o "iyi akşamlar"ın. ama bi türlü iyi olmaz o ......... akşamları.
bazen kapkaranlık akşamlar için yıldız biriktirirsin. ama bi türlü fırlatıp göğe asamazsın ......... yıldızlarını. ışığı içini aydınlatmaz. öyle karanlıkta mal gibi oturup duvarı seyredersin.
bazen okul önlerinden geçerken falan "çok sessiz kaldı bu aralar ev ya biraz çocuk sesi alayım bari" diye çocuk seslerinden, okul zillerinden filan toplarsın. eve gidersin, çıkarırsın ama bozulmaz o kaygı verici sessizlik.
bazen o kadar uzun süre konuşmazsın ki babanla bile. bi gece vakti mutfaktasındır. bi şey isteyecek olursun. örneğin "ya baba yarın faturanın son günü de onu yatırsak?" diyeceksindir yarın, utanmadan bu yaşta para isteyeceksindir, hani hep de unutursun ya, gece kapı sesini duyarsın, babandır. "dur aklıma gelmişken şunu söyleyeyim ya" dersin. gayri ihtiyari gece yarısı uzun zamandır babana seslenmediğini fark ederek "baba!" dersin, ayıp olmasın diye hem de gecenin bi yarısı tuvalete kalktığını göre göre, naptığı çok belliyken, lafa önce "napıyosun?" diye girdiğini fark edince "napıyorum ben ya baban lan o senin" diye içinden geçirirsin. sanki telefonda uzun süredir konuşmadığın bir arkadaşınla konuşuyorsun. sanki az samimi olduğun birinden sigara istiyorsun...
o an çok garipsersin, babanla bile bu kadar yabancılaşmış olmayı.
esprilerine artık mimik bile kımıldatamadığın bi zaman olur bazen. babanın düşen yüzünü, "olum ayıp olmasın diye gülseydin bari" diyen bakışını görürsün, anlarsın ama işte elinden de bi şey gelmez bazen.
bazen o kadar yorgunsundur ki kelimeler ağzından güçsüz bir istekanın değdiği top kadar yavaş, hareketsiz çıkar. anlaşılmaz kelimelerin. şaşırırsın kendine. normalde eğlenceli bir sunum yapacak kadar öz güvenin ve iyi bir diksiyonun varken "he? efendim?" en çok duyduğun soru olmuştur artık anlaşılmaz cümlelerine. en sonunda dayanamayıp "çok soru soruyosun anne!" dersin annene bile.
ya da dudaklarının kımıldamadığı bi 'hı hı döngüsü'ne girersin cevaplarınla. hı hı döngüsü evet, bilirsin onu, yaşadıysan eğer.
- dünkü elbiselerini mi giycen yine?
- hı hı.
- siyah tişört?
- hı hı.
- krem renkli gömlek?
- hı hı.
- pantolon?
- hı hı.
- her seye hıhı hıhı diyosun.
- hı hı.
- çok yorgun görünüyosun.
- hı hı.
annen elinde bir gazeteyle gelir. ogluş der tırnak makasını göstererek, "hadi tırnaklarını kes artık".
baban, tırnaklarının bu kadar uzun olmasının tek bir izahı yok, der. susarsın.
annen başında dikilir kesiyor musun diye. zorla kesersin konserve açacağı kıvamına gelmiş tırnaklarını.
o kadar mecalsizsindir ki tırnak keserken bile "getir ben keseyim istersen" der annen.
peçeteni hazırlar, çakmağını, kitabını... peşinden dolaşır. bir bebek gibisindir adeta. kalbin ağzında atar. ittire kaktıra yaşarsın.
neye mecalin kalmıştır ki konuşmaya olsun. neye mecalin kalmıştır ki tırnak kesmeye olsun.
bazen yaz vakti bi işe girersin, bi kahveciye. adamın biri bi laf söyler, ağrına gider. bu yaşta olduğun hale gider tenhada ağlar, gecesine de gider hiçbi şey olmamış gibi girersin eve.
bazen yolda giderken gözyaşlarını tutamadığını fark edersin de bi bahanesi olsun diye mezarlığa girersin. tanımadığın bi mezarın başında rahat rahat ağlayıp seni öyle görünce "allah rahmet eylesin, başın sağ olsun" falan diyenlere çaktırmayıp "sağ olun" dersin.
bazen o kadar yorulursun ki tuvaletin kapısını kapatmaya üşenir, kapısı açık s.çarsın.
kıyafetini seçemezsin, "hı hı" dediğin birini ya da eline attığında denk geleni çeker çıkarır, beş dakikada giyinir öyle çıkarsın.
bazen o kadar yorulursun ki "hocam ben hastayım gelemeyeceğim" diye yalan söylersin. eğilip ayakkabı bağcıklarını bile bağlamaya üşenirsin.
bazen o kadar uzun süre çıkmazsın ki evden. bi çıkarsın "oha yolu yapmışlar ......." dersin. "bu ev var mıydı lan" dersin.
bazen sigaranın külünü küllüğe atacağına içecek dolu bardağa atıp hay kafanı .......... dersin.
bazen baban durduk yere "of"lar. senin için üzüldüğünü bilirsin. bi şey diyemezsin.
eline bir peçete selpak tutuşturur dışarıya çıkarken annen.
şunu da koy cebine nolur nolmaz, der.
peşinden dolaşır.
bunalırsın.
oraya atma annem, bak buraya at der annen bazen, anne beni bi rahat bırak, dersin.
bazen hiçbi şeyin değişmediğini görürsün. aslında hep bildiğin 17 yaşında kolbastı yapan bir ergen gibi titreyerek saçma sapan hareketler yapan birisi olduğunu düşünürsün. 17 yaşında ergenlik dedikleri şey aslında 27'nden sonra orta yaş bunalımı olmuştur. yeni bir isim bulmuşlardır o haline. değişen tek şey ....... bir isimdir bazen.
bazen "aldın her şeyini değil mi" diye sorar annen. "anne sorma" dersin. gider masalara bakar güvenemediğinden. çıkışta evdesin değil mi der. planın yoktur ki. üç saat sonrasını bile düşünemezsin. emin değilsindir, kafa sallarsın, hı hı dersin, akşam olur gitmezsin.
bazen bi sigara yakarsın. ........ et dersin.
........ edemezsin.
(alıntı)
muhammed yeniyıl
"şöyle bilmecemsi bir 'zen hikayesi' anlatılır: ormanda bir ağaç tek başına gürültüyle yıkıldı. ama kimse onun sesini duymadı. o ağaç gerçekten yıkıldı mı?
önemli bir soru.
max brod, kafka'ya sadık kalsaydı ve "ben öldükten sonra bunları yakmalısın" diyen en yakın arkadaşı kafka'yı dinleseydi kafka yazmış olur muydu?
[https://soz.lk/i/pl2hyb9z bu] fotoğrafa dikkatle bakalım. bir yalnızlık haberinin öznesi iki insan var bu fotoğrafta.
üç dört sene öncesinden bir haber [https://www.bundlehaber.com/detay/b3ffe8a9-40b9-41b3-8f96-55b822b0c8fa bu].
aylardır kendileriyle hiç kimsenin konuşmadığı seksen yaşlarında bir italyan çift, sonunda bir akşam yalnızlıktan bunalıp hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. yaşlı çiftin sesini duyanlar, şiddete maruz kaldıklarını düşünerek polisi arıyorlar. gelen polislere "çok yalnızız, bizimle aylardır hiç kimse konuşmadı" deyip hallerinden şikayette bulunuyorlar. polis onların evine gelip spagetti pişiriyor, beraber yiyorlar.
eğer bizim hikayemizi işitecek bir kulak, işitecek bir kalp olmazsa, varlığımızı teyit edecek bir öteki olmazsa bir anlamda yokuz demektir.
yokuz demektir! yokuz!
bazen insan yazısını okuyacak bir insan arar. bazen bir akşamüzeri balkonda bir satranç maçı yapacağı birisini arar. ona anlattığı hikayelerin yansımalarını izleyeceği bir öteki yüz...
ali ural yazdığı bir mektubun son cümlesinde dostuna şöyle soruyor:
"kitabımı okudun mu?"
çok önemli bir soru.
çok çok önemli.
bir hikaye anlatırız. bir hikaye yazarız. yazarız çünkü hikayemizi işitecek bir kulak ararız.
- kitabımı okudun mu?
- ...
işte böyle. ve sesi bir boşlukla yankılanan şair bir şiirle dile getirir yıkılan ağacını.
"yıkılan ağacını!"
bunun içindir ki şair valery böyle anlatmıştır şu dizesinde yalnızlığını:
"rüzgar uyandı... artık yaşama zamanıdır. kitabımı bir geniş meltem açıp kapatır."
"dört mevsimde de hafif bir rüzgar sakinleştirir kalbi."
demek valery "kitabı mı okudun mu?" diye soracak kimse bulamamış hayatında. demek hafif bir rüzgar sakinleştirmiş dört mevsiminde de kendisini. demek kitabını bir rüzgar açıp kapatmış.
çok acı bir gerçektir şu:
bir hikaye anlattığımız zaman kendimizi seyredeceğimiz başka bir yüz bulabiliyorsak varız!
aslında bi şeyi itiraf edeyim: bazen ilgi çekmeye çalışıyorum. tabi ki ilgi çekmeye çalışıyorum! siz bakmayın ilgi çekmeye çalışmıyormuş gibi görünmeye uğraşanlara. hepimiz bir hikaye anlattığımızda karşımızdaki insanın yüzünde kendimizi seyretmek isteriz. esasında bunu söyleyenin kendisi de "ben de buradayım" deme çabasındadır. zaten hayat bir "ben de buradayım" deme ve sesini duyurma çabasından başka nedir ki? yaşamamız bir anlamda kocaman bir "beni dinleyin" cümlesi değil midir? hepimiz hayatın bizi dinlemesini istemiyor muyuz? daima onun dikkatini çekmeye, kendimizi ona kabul ettirmeye çalışmıyor muyuz? kendimizi ona dinletemediğimizde sıkılmıyor muyuz? üzülmüyor muyuz?
birçok ihtiyaç sahibi yalnız var. birçok derdini anlatamayan insan var. muhtaç insan diyoruz ya aslında hepimiz hayat boyu muhtacız. insan yüzüne muhtacız. her birimiz başkasının yüzünde kendimizi seyrettiğimiz zaman varız. anlattığımız hikayeleriz. insan sesini bir insanın duymasını ister. kendi varlığını birileri duysun ister. işitilmek ister. var olmamızın yegane temeli bir insan yüzünden geçiyor. hepimiz aslında kendimizi hikaye etmek ve işitilmek için yaşıyoruz.
bir şair, supervielle!
bir şiirine şöyle başlamış:
"kendini bildi bileli
mum ışığında okumaktı bütün zevki
sonra da ellerini ikide bir
alevin üstünde gezdirirdi.
emin olmak için
yaşadığına..."
düşünsenize, başkasının yüzünde kendisini okuyamadığı için midir bilinmez, artık kendi varlığından, yaşadığından emin olmak için ellerini alevin üzerinde gezdirip acı duyup duymadığını yokluyor. ali ural da bir dostuna şöyle soruyor: " bir şairin yaşadığını anlaması için acı duyması şart mı sevgili dost?
peki ben de size soruyorum:
belli ki bir öteki yok o şairin hayatında. çektiği acıdan varlığını anlıyor.
peki ya kendi varlığını ayrımsayabileceği o mumun minik alevi de yoksa?"
not: alıntıdır. yazarı muhammed yeniyıl'dır.
Takipçi bulunmuyor. |
Takip edilen yazar yok. |
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |