Öncelikle ahçı değil, "aşçı"...
Yoğurdun nasıl meydana geldiğine bir değineyim.
Bizim göçebe halk; yaylalarda hayvanları otlatır, sütlerini sağar, kullanabildiğini kullanır, geri kalanını ise kurut yaparmış. Kurut, sütün kaynatılıp öz suyunu buharlaştırıp, ardından gün ışığında kurutarak katı bir hale getirme işlemidir. İçinde sadece mineral, protein, yağ gibi bileşenleri yoğun olarak bulunur. sıvı miktarı artık çok çok düşüktür. Güneş ışığında kurutma işlemi yapıldığından, adı kurut olarak yerleşmiştir kaynaklarda geçen. Kurutlar kullanılacağı zaman ise suyla açılır kullanılırmış.
Gelelim yoğurda...
Yoğurt ise, bu kurut dediğimiz işlemin yapılırken ortaya çıktığı söylenir kaynaklarda. Kaynatılan ve sıvısı çektirilen sütün, belli bir sıcaklığa -ortalama 40/44 derece- düşünce mayalandığı görülmüş ve mutfağımıza kazandırılmıştır.
Son olarak ise meyveli yoğurtlar...
Osmanlı mutfağına baktığımızda, Fatih'in bile et yemeklerini, eriklerle, kayısılarla yediğini görürüz. Hatta en sevdiği yemek, literatürde geçen, kavun dolmasıdır. Yoğurtta bizim kültürümüzde önemli bir yere sahip olduğu için, halk tarlada tabanda çalışırken güç kuvvet versin diye çeşitli meyvelerle çeşitlendirerek meyveli yoğurdu ortaya çıkarmış olabilir. Atmayım değil mi? Yok atmıyorum, 1900 doğumlu dedem dahi ara öğünlerde siyah erikli, üzümlü yoğurdunu yemeden edemezdi. Bir alışkanlık olsa gerek. Oradan bağlayabiliyorum :)):):)))))
Meyveli yoğurdu da kesinlikle biz kazandırmışızdır dünya mutfağına, inanıyorum!
Sağlıcakla...