Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
Tur şirketleri ile anlaşarak, günü birlik ya da konaklamalı, yurt içi ya da yurt dışı seyahate çıkarak, bilinmeyen, görülmeyen yerleri görmek, daha önce yenilmemiş yemekleri tadmak, kendinize ya da başkalarına hediye almak imkanlarını sunan güzel bir aktivitedir.
Daha önce günübirlik eskişehir gezisine katılmıştık, yine aynı tur şirketi ile yarın da günübirlik bursa, haftaya da selanik turuna katılacağız. Sınırlı zamanda, rehber ve kalabalık bir grup eşliğinde, tüm şehrin tozunu atmak yorucu olduğu kadar eğlenceli de oluyor.
Tatil zamanlarında, ne yapsam diye düşünenlere güzel bir seçenek, bütçe ve zamanınıza göre turlara katılmak. İnanın bir, iki katıldınız mı, hep katılmak isteyecek, şimdi nereye gitsek diye araştırma yapmaya başlayacaksınız.
sezonun açıldığı ve turcuların yoğun tempoda çalışmaya başladığı yaz gezileridir.
Konu sahibinden de bir gezi beklediğimiz tatildir.
Gittim, gezdim, gördüm. Bursa turu adı altında, tur şirketlerinin düzenlediği, cumalıkızık, gölyazı, trilye ve mudanya gezisini dün itibariyle, günübirlik gerçekleştirdim. Çok yorucu bir turdu. Ancak daha önce katıldığım eskişehir turu gibi yoğun bir programa sahip değildi. Serbest zaman denilen, kendi hâlimize bırakıldığımız zaman dilimleri çoktu.
Cumalıkızık köyü, turdaki favori durak yerimiz oldu. Unesco dünya miras listesine de girmiş, osmanlının ilk köylerindenmiş. tarihi evler, yollar, uludağın eteklerinde olması, köyün atmosferi bambaşka. Tarihi köy evlerinde sunulan, Köy kahvaltısı ise bambaşka. Ben çok sevdim.
Gölyazı, uluabat gölü kenarında bir köy. Ağlayan çınar denilen bin yıllık bir çınar ağacının altında resim çektirmek için yarıştık. 10 kişi el ele tutuşsa bile ağacın gövdesini kavrayamazmış, o denli büyük bir ağaç. Rum kızıyla, türk oğlanının aşkını içeren, Acıklı da bir hikayesi varmış. İsteyen gölde yarım saatlik bir sandal gezisi de yapabilir dendi ancak istememe rağmen biz yapmadık, hem rüzgar çoktu hem de tekneler 4 kişilik, küçüktü. O rüzgarda, o küçücük teknede, sağa sola savrulup, midem bulansın istemedim. Bana birşey olmaz diyenler güzel bir sandal sefası yaptı diye düşünüyorum.
Ordan yine bir rum köyü olan trilye köyüne geçtik. Üç rahip tarafından kurulan köy olduğu için bu ismi almış. Denize nazır, mis gibi havası olan, zeytinleriyle meşhur bir yer. Bol bol zaytin alışverişi yaptık.
Son durak, kurtuluş savaşı döneminde de önemli bir yere sahip olan mudanya oldu. Ateşkes antlaşmasının imzalandığı ev, müzeye dönüştürülmüş, bu evi gezmek, o günkü şartları görmek, ayrı bir deneyimdi. Mudanya da deniz kenarında, çok güzel bir ilçe. Tek hayal kırıklığımız, hazır bursa'ya gelmişken, şu meşhur iskenderinden yememek olmaz düşüncesiyle, bunun için çok da seçeneğimiz olmadığını öğrensek de, ısrarla iskender yiyeceğiz diyip, buna pişman olmak. Demek ki illa da merkezde yemek gerekiyormuş. İlçelerdekinin, başka yerlerde yenenlerden bile daha kötü olması gibi bir durumu varmış.
Olsun, genel anlamda bursa gezisi güzel bir gezi oldu. Aklında gitsem mi acaba diye şüphe olanlara tavsiye ederim. Her noktası çok tatmin edici olmasa da ilk kez gördüğünüz şeyler hatrına totelde, günün sonunda memnun kalacaksınızdır.
okul gezileri hariç tercih etmediğim ve tavsiye etmediğim bir gezi türü.
Kamp yaparken rastladığım tur tatilcileriyle yaptığım sohbetler sonucunda edindiğim izlenim pişman olmalarıydı. Zira serbest zaman denilen kısıtlı zamanlarda bile rahat bırakılmadıklarını ve sık sık saate bakmak suretiyle keyif almadıklarını dile getiriyorlardı. Tek başına ya da ailesiyle birlikte tatil organizasyonundan kaçınanlar için vasat bir seçenek olduğunu düşünüyorum. B
Birilerinin tercihine razı gelmek ya da peşlerinden gitmek bana uygun değil.
Dün yine, gittim, gezdim, gördüm. Günü birlik selanik gezisi adı altında, yine daha önce başka gezilerine katıldığım aynı tur şirketinin düzenlediği, selanik, kavala ve porto logos gezisini gerçekleştirdim.
Gece bizim taraftan ipsala sınır kapısından geçip, hemen 5 dakika içersinde meriç nehrini aşarak, yunanistan kapısından da hızlıca geçip, yunanistan topraklarına ayak basarak, yolculuğumuz başlamış oldu. Sabah(saat 7 gibi) ilk olarak selanik'in göbeğindeki aya dimitri kilisine gittik. O filmlerde gördüğümüz, yüksek tavanlı, bol sütunlu, mimari olarak tam bir kilise olan, alt kısımlarında yıllar öncesinden kalma tarihi kalıntıların bulunduğu ve sabahın o saati olmasına rağmen epey de kalabalık olan, ayinin ortasında gezdiğimiz bir yer oldu bu kilise. Peşinden selanik'in en meşhur yeri olan aristotales sokağını gezip, aristotales heykeli önünde resim çekindik. Heykelin sol ayak parmağı popülermiş, herkes, onu kavrayarak resim çektiriyormuş, o yüzden o kısımdaki metal aşınmış, bilgelik getirdiğine inanılırmış. Biraz serbest zaman adı altında selanik'i gezdik. Minik bir pazarı vardı. En çok satılan ve dikkatimi çeken şey, koca koca zeytinlerdi. Zaten gelirken yol boyu en çok gördüğümüz bitki, ayçiçekler, üzüm ağaçları ve de zeytin ağaçlarıydı. Okuldaki arkadaşların da tavsiyesi ile bardağı 4 euro dan frappe kahvesi içtik sahil kenarındaki kafenin birinde. Yarısına kadar ancak bitirebildim. Kahve içmeyi seven biri olarak bana hitap etmedi, beğenmedim. Gruptaki diğer kişiler beğendi ama. Yunanistan'da hayat daha çok gece yaşanırmış, o yüzden gündüz insanlar sınırlı dışarı çıkarmış. Hatta ister özelde ister devlette çalışanların, gündüz saat 2 ile 5 arası siesta saatleri olurmuş. O arada açık dükkan, hastanede doktor bulamazmışız. Keyfine düşkün bir milletmiş rehberin anlatmasına göre. Kafelerde de bir bardak kahve içip, bütün gün sohbet ederek o masada oturabilirmişsin. Kahvemizi içerken gözlemlediğim, her üç kişiden birinin elinde köpek tasmasıyla birlikte evcil köpeğini gezmeye çıkardığıydı. Çok fazla köpek sahibi insan var. Buluşma yerimiz olan, mimar sinan'ın inşa ettiği bir osmanlı mimarisi, beyaz kulenin önüne geldik. Bina ile ilgili, binanın önünde olan, İngilizce yazıları okuyan eşim, yazıda ne mimar sinan'ın ne de osnanlının adının geçmediğini ifade etti, o da işin herşeyde olduğu gibi, kendilerininmiş gibi gösterme tarafı, o yüzden pek de şaşırmadım. Akabinde atatürk'ün doğduğu ve yedi yaşına kadar büyüdüğü zeminle birlikte üç katlı evin ziyaretine geçtik. Çok kalabalıktı, adım atmak bile zordu. Evin tahta merdivenleri gacır, gucur ediyordu. Ev diyince, o dönemden kalma evden birşeyler görmeyi ummuştum ancak sadece boş odalar vardı ve duvarlarına yazılar asılıp, atatürk'ün kişisel eşyalarının birkaçı her odanın önünde, cemakanlı kutu içersinde sergileniyordu. Bir odadaki sandalyede oturan atatürk'ün bal mumu heykelinin önünde fotoğraf çekinmek için epey bir sıra beklemek gerekti. Epey bir restorasyondan geçmiş olsa da, Atatürk'ün doğduğu, odalarında gezdiği, bahçesinde koşturduğu evi gezmek çok hoş bir duyguydu. Bunu gerçekleştirdiğim için mutlu oldum.
Böylelikle selanik'ten, başka bir durak olan, iki saatlik bir yolculuk sonrasında, bizim tarihimizde de adı çok sık geçen, bir sahil kenti kavala'ya geçtik. İlk iş, sahilde yemek yemeye geçtik. Daha çok Türk turlarına hizmet verdiği için, rehberimizin tavsiyesi ile, çat pat türkçe konuşabilen bir sahibi olan bir mekana oturduk. Fiyatlar tabi ki pahalı, masaya gelen 4-5 dilim ekmek ve 1 litre su bile ayrı ücrete tabi. Ancak totalde beklediğimden daha uygundu, Öyle abartıldığı kadar değildi. 4 kişi 38 euroluk hesapla masadan kalkabildik. Karnımız doyunca, daha rahat gezebilmeye de başladık tabi. Kavala' da, yine osmanlıdan kalma, mimar sinan eseri olan su kemerleri, şeherin tepesinde konuşlanmış, hâlâ ayakta duran kalesi, kiliseler, hediyelik eşya almak isteyenler için dükkanlar vardı. Tabi ki meşhur kavala kurabiyesini, şehirden ayrılırken, yol üstünde, bizim tur şirketinin bildiği, tanıdığı bir imalathaneden aldık. Standart bademli yarım kiloluk paketteki kurabiye 6 euro.
Akabinde yolculuğun son durağı olan, porto logos gölü. Göl üstündeki uzun tahta köprülerden geçerek ulaştığımız, iki ayrı tek katlı binadan oluşan meryem ana kilisesini ziyaret ettik. Birinci binadan, ikinci binaya yine göl üstünde bulunan uzun tahta köprüden geçerek ulaşıyorsunuz. İkinci binadaki kilisenin içinde, bozuk para atıp, mum yakarak, dilekte de bulundum zira bu amaç için kullanılıyormuş daha çok. Doğayla bütünleşik, müthiş güzellikteki bir yerde bulunan bu kilise de görülmeye değer bir yerdi. Gölde de pelikan gibi farklı kuş türleri vardı.
Böylelikle turumuzun sonuna gelip, dönüş yoluna geçtik. Ancak gelişte olduğu gibi dönüşümüz kolay olmadı. Sınır kapılarında toplamda iki saat beklemek durumunda kaldık. Bayram zamanlarında, bu süreler haliyle çok daha fazla oluyormuş. Hem bizim tarafta, hem de yunan tarafında sınır kapılarında bekleyenler için free shop denilen mağazalar var. İsteyenler çikolata, içki, sigara vb. Ürünleri uygun(!) Fiyatlara alabiliyormuş. Her iki taraftakini de gezdik, bize hitap edebileceklerin fiyatlarına baktık, bir uygunluk göremedik. Ancak kafiledekilerden, şişe şişe içki alanlar, paket paket sigara alanlar oldu. Bu arada bunlarda da bir sınırlama varmış, belli bir limite kadar alınabiliyormuş. Son olarak, gelişte çok fazla yoktu ancak dönüşte, sınır kapılarından geçerken, otobüsün içine doluşan koca koca sivrisinekler, otobüste epey bir aksiyon yarattı. Meriç nehrinden geliyorlardı büyük ihtimalle.
Sonunda çok şükür, uzuuunnn bir günün ardından kendi topraklarımıza ulaşıp, evimizi bulabildik. Benim için ekstra yorucu bir yolculuk oldu ancak güzeldi. Dolu dolu bir kültür gezisiydi. Ben bu geziden memnun kaldım, tavsiye ederim.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |