Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
erzurum doğumlu siyasal bilimler üzerine tahsil görmüş Profesör doktor. aynı zamanda çok güzel şiir yazan muhterem insan. yağmur şiiri ayrı güzeldir
.
.
.
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
fakülte de hocam olan iktisat profesörü, insan sarrafı, duayen, hisli şair. yönetim ve organizasyon diye bir derse girerdi. iki saatlik dersi birleştirirdi ve o iki saat iki dakika gibi izafiyete dönerdi. anlatırdı; şiir gibi, su gibi akıcı türkçesiyle. hayran hayran dinlerdim. hayata dair ne çok şey anlatırdı.
sonraları hep irtibat halinde olduk. siyasete atılmak istedi. çok üzüldüm. siyaset ona göre değildi. çünkü onun durduğu yerde siyasetçilerin gölgesi gezmez. onların ütopyaları onunkilere benzemez. bir hocadan çok onun şairliğine hayranım. hayranıyım; yüreğimde yeri var kelimelerinin çünkü. insan şu dizeleri yazan bir insana bir şaire nasıl hayran olmaz, nasıl saygı duymaz?
"yeter ki o nazenin kalbin emir buyursun,
kâinat yıkılsa da yüreğimde uyursun."
yağmur şiiri var mesela. yıllarca yazdığını anlatmıştı. avrupa gezilerinde, memleket trenlerinde, yol güzergahlarında ilmek ilmek dokuduğunu anlatmıştı. o muhteşem dizeler öyle nakış oldu. mesela anlamını bilmediğimiz bir kelimedir rüveyda. adım adım demek ve aşağıdaki dizelere bir bakın, bakalım. yürümek ne imiş, bir öğrenin.
"adını söylemek istemiyorum
rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından."
mesela bir tebessümle gelen güzellikleri anlatacak kelimeleri çoktan yan yana dizmiştir kendisi;
"ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum
asil tebessümünü düşürdüm izlerime
müpteladır gemiler benim denizlerime
gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum
çehresinde hatıran büyüyor bebeklerin
gizemine aşina varlığım ve yokluğum"
mesela insanı, hayatı anlamamanın acısını anlatacak daha zarif bir yol var mıdır?
"bilmem neyi aradım bir ömür kışlarında
binbir gece yürüdüm hangi muamma için
zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında
benim rüyalarımda birkaç deli güvercin"
mesela insanın kendi acılarına bizzat kendisinin sebep olduğu başka bir varlık var mı?
"resim, bir masal gibi irkilir gerçeğinden
ihtiras âyinleri, leyl-ü nehâr çanları
kendini beyan eder sırların merceğinden
alır avuçlarına, öper ısırganları"
mesela adı tüm dizelerinden güzel olan bir şiir var, insan sevdiğine öyle mi seslenir gerçekten?
"al götür ta öteye ağlayan mektupları
götür ağzı köpüren atları bu şehirden
sana dimdik yürümek yakışıyor ey kadın
bana bir padişahı ağırlamak yeniden"
ve son olarak insan insanı illa bir insana emanet edecekse, o insan herkesten önce "anne"dir. ilk akla gelen annedir. hocam da öyle yapmış, hepimiz öyle yapalım. şu dünyayı alalım, evladını yüz üstü bırakmayan anaların kollarına bırakalım.
"üşüttün mü kundağını yayarken
incittin mi beşiğine koyarken
emzirmeyip ağlattın mı anası
sen yanmazsan gülüme kim yanası
adımları çaresizlik kokmasın
eller ona nazar edip bakmasın
odasını çiçeklerle donandır
canımdan çok sevdiğime inandır
ağacının dallarından meyve sun
oyasında bütün renkler bulunsun
hasretimi duvarında görmeli
kıracaksa, kalbimi o kırmalı
gecesine kandil yaptım katreyi
fatih'in gül kokladığı portreyi
hayreti'den müstezadlar okusun
gergefinde hicranımı dokusun
uyut onu kuştüyü döşeklerde
beklemesin tılsımlı eşiklerde
yüreğinden inciler sun anası
sen sunmazsam gülüme kim sunası
dünya bitse avucunda dirhem ol
benim için yarasında merhem ol
yatağında sultan gibi uyusun
uyusun da gonca gonca büyüsün
sabahleyin kuşlar ötsün başında
gülüm henüz bir gelincik yaşında
yakıldı mı saçlarının kınası
takıldı mı kurdelası, anası
unutma ki sen gülüme aynasın
gülümsesin, bebeklerle oynasın
ceylan eti, kuş sütü sofrasında
kaf dağının balı olsun tasında
kirpikleri ıslanmasın anası
sen yanmazsan, gülüme kim yanası?"
ve bir dize daha ekleyip öyle bitireyim.
"kırda açan çiçek kalır mı kışa"
Intizâr kitabının 2017 baskısını takip etmediğim ve haberdâr olmadığım için yerin dibine girdiğim edebiyatçı.
O kitabını bulamamış , kendisine ulaşmış ve tekrar basılacağına dair müjdeyi de kendisinden almıştım.
Zaman akıp giderken ne çok şeyi unutup bırakıyorum bir yerlerde
Dur demeli dedigim başlıktır.
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından
hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
kayar da üzerime rüveyda
önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırab vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa rüveyda
baştanbaşa ben
kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim.
kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı
sular köpürmemeliydi rüveyda
kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım, şerbete değil
rüyalar hefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş
yargılamak için zeval kayıtlarını
inkılab bekliyorum
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
uzanır da gönlüme rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını en asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın
artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir anne gibi dururdu başucunda
artık dokunamıyor kakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda
hangi ressamı vurur bilmem, endamın
sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşı akıtırken gülenler yok mu
beni kahrediyor geceler boyu
hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
soluk bir dünyanın mezarlarına
gömerek gurbetimi
kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını
meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde, haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
arkamda, kare kare ömrümü belirleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
kim giydirir başıma tacını nihayetin
kim takar bileğime hürriyet künyesini
karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle
rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı
at vuruldu; içim paramparça rüveyda
gölgelerin ardına sakladım kusurumu
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
ben burda damla damla eriyip akıyorum
yine de, çiğnetemem kimseye gururumu
istenmediğim yeri sessizce terkederim
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim
Nurullah Genç
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |