Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
Öncelikle şöyle bir giriş yapalım: İbni Haldun'un içerisinde birçok bilim dalını barındıran eseri. Sosyoloji, iktisat, tarih, coğrafya. Ki bana göre evrim, psikoloji ve daha birçok dal... İbni Haldun gelmiş geçmiş en önemli entelektüel ve dehalardan bir tanesidir. İktidarlara karşı olan tutumundan bahsetmeyi farklı bir başlıkta yazılması taraftarıyım. Yaşadığı yüzyılın ve sosyolojinin içerisinde tartışmak gerekecektir zira.
Açıkçası çok derin ve elimde bulunan üç ciltlik kitaba nasıl ve hangi kısım ele alınarak enrty girilir sorusu ile cebelleşirken anca yüzeysel bir açıklama yazılabilir diye düşünüyorum. Çünkü her bölüm ve bölümlerin başlıkları dahi ayrı bir tartışma konusudur. Ben ilk yorumu 1.cilt üzerinden bir girizgah yapıp 2. ve 3. cilt olarak da farklı enrty girmeye karar verdim. Şu anda kitabın yazarı ve ilk cildi için birkaç cümle yazıyorum.
Kitabı okuduğunuz zaman, Haldun kendisini bir tarihçi olarak tanıttığını görürsünüz. Ya da ele aldığı tüm konuları tarih bilimi içerisinde görüyor. "Uygarlığın doğasını, niteliğini, yani yaban-ilkel yaşamı ve toplumsal yaşamı, klan anlayışından ileri gelen özerkçiliğini ve bir grup insanın başka bir grup insan üzerinde egemenlik kurmasının koşul ve özelliklerini incelemenin söz konusu olduğunu kesinlikle belirtir. Bu son husus, iktidarların, hanedanların ve toplumsal sınıfların Doğuşunun incelenmesine götürür konuyu. Ondan sonra tarih, kazanç getiren, kârlı mesleklerle ve yaşamın kazanma tarzlarıyla, yani insanların etkinlik, çalışma ve çabaları konularına giren konularla ve aynı zamanda bilimler ve sanatlarla ilgilenir. Kısacası uygarlığın ayırdedici özelliği olarak ne varsa tarihin konusudur."
Ekonomik sorunlara, emek ve kâr sorunlarına gösterdiği ilgiyi de belirtmek gerekir.
Kendi çağının çok ilerisinde olduğu aşikardır.
Rasyonalist bir kitaptır. Ele aldığı birçok konuyu neden sonuç ilişkisi üzerinden değerlendiriyor. Pragmatik, dogmatikten uzaklığı, determinist ve hatta diyalektik bir bakış açısı içerisinde sorunlara yaklaşımı bariz görülüyor. Somut tahliller yapıyor. Dikkat çeken bir durum var ki bunlara rağmen tüm bölümlerin sonuna "her şeyin en iyisini Allah/Tanrı bilir ve Tanrı alimdir demesi... Şimdi bunun neresi ilgi çekicidir diyenler olabilir ama bana göre ele alınması gereken en önemli bir yandır. İbn Haldun'un din ve iktidarın yaptırımlarından korunmanın bir nebze zırhı mı acaba bu söylem?
Ona göre, düşünce beynin orta boşluğunda yer alır. İnsanın mantıklı bir uslama yetisi vardır. Her bilim her kurgu zekanın güçlenmesine katkı sunar. İbni Haldun da Yunanlılar gibi üç ayrı zeka derecesi belirtir.
-ayırdedici
-görgül deneyci
-kuramsal
Kendisi mantık hakkında şunu der: doğrunun yanlıştan ayırdedilmesine olanak veren normlar sistemidir ve dogmalarla çelişki halinde değildir. Bunu nereye bağlayacağımı merak edenler için Yves Lacoste yukarıda belirttiğim soruya bir bakış açısı getiriyor İbni Haldun üzerinden. Şimdi devam edelim anlaşılır olması için; mantık için teferruatlı ideleri ile birlikte sekizinci ve dokuzuncu yüzyıldaki, rasyonalist ve hatta özgür düşünceli/laik sayılan ama gerçekte insanın özgür iradesinin eksiksiz tüm iktidarını savunan Mutezillerden yola çıkan İbn rüşd ile doruğuna varan bir düşünce akımı içinde yer alır. İbni Rüşd: "ey insanlar, ben demiyorum ki sizin tanrısal bilim dediğiniz bilim gerçek dışıdır ama diyorum ki, ben, insan biliminin bileniyim." İbni Haldun hatta bu yumuşatıcı öz sözle eşari okulunun dinsel tepkisinden kurtulamamıştır, bunlar, dokuzuncu yüzyıldan bu yana yasanın mantık üzerinde daha baskın olduğunu olumlarlar ve insanın özgür iradesini yalanlarlar. Öyleyse ibni Haldun şöyle yazılabilir: "mantık, din yasalarına ve onların açık anlamlarına karşıt olabilir... hiç kimse ilk önce, islamın dinsel bilimlerine tam hakim olmadan mantığa başlayamaz. Yoksa onun kurbanı olur." İşte tam da burada dediğim gibi yves lacoste İbni Haldun'un düşüncesi için şunu der: "çelişkili-tutarsız bir bütünlük" ve "diyalektik bir çelişki" cümlelerini kullanır. Ha ben yukarıda kendisi için diyalektiği kullandığını söyledim, Bunun arkasındayım. İşin tuhafı Bunu görüyorsunuz lakin akabinde bir paradoks Beliriveriyor.
Öte taraftan yer yer pozitivizm ve yukarıda saydığım düşünce sistem ya da tekniklerinin yanında mistizm, Teoloji ve ara ara da bunlara aşırı bağlılık mevcuttur kendisinde. Büyücülük ve nazar bölümünde bu görülüyor. Orada hipnozdan da bahsetmiştir. Rüyaya da değiniyor. Tam da burada bir ayrı bir paragraf açmak istiyorum ki hem Haldun'un Mutezile hakkında ki görüşleri hem de Mutezile'nin büyücülüğe bakışı nedir diye. Mutezile büyücülüğü reddeder, hiçbir karşı gelmek, çiğnemek gibi derdi olmayan insanın sıradan işleri dışındadır. Onlara göre mucizeler konusunda hileye, düzene inanmak saçmadır. Ki bunlar çok hüzünlüdür ki Müslüman dogmasını Yunan felsefesi istilasına karşı savunmak istediler. Bunu da filozofların silahını kullanarak yapacaklardı. Eşari olmasaydı tabi. Mutezile kelime anlamı ise kendini uzakta tutandır. Bu paragrafı yazmamın sebebi Haldun'un büyücülük ile yine çelişkili açıklamaları var.
Giriş bölümde tarihin tanımı uzun uzadıya yapıyor. Ve de tarih tahrifatını... geçmiş ve kendi yüzyılının devletlerine değiniyor.
İlk başta ise insan uygarlığı başlığı altında bir dünya haritası çerçevesinde ırklar, devlet üzerinden gidip tüm yanları ile bilgi verirken iklimin insan üzerindeki genetik, insani, psikolojik, sosyolojik kısmını yazıyor. Bu enrty biraz uzun oldu ki birinci cilt hakkında yazacaklarım da bitmedi. Yine birinci cildin devamı olarak bir alt enrty açayım. Çünkü uzun yazılar göz korkutuyor malum.
mukaddime kelime olarak ön söz demek. ön söz ise kitapların giriş kısmına konulan eserin konusunu, amacını, işleniş biçimini anlatan yazı.
hani bir söz var "ağzını büzüşünden ömer diyeceği belliydi" diye.
İbni Haldun kitabının adına mukaddime demekle, daha bunlar başlangıç sözlerim konunun kendisine gelince görün asıl siz meydan okuması yapmış sanki. veya sözlerim o denli değersizdir ki mukaddime olabilir ancak mütevaziliği mi?
merak etmek kötü bir şey okumaya zamanınız yoksa. insan ömrü ne kadar kısa, cahilliğim ne ufuksuz bir derya...
Evet birinci cilt üzerinden naçizane yorum yapmaya devam edeyim dediğim başlık...
Kelime anlamına pek değinmemişim yukarıda. Arapça bir sözcüktür. K(q)dm kökünden yani giriş yapan takdim de bundan türetilmiştir. Söze giriş yaptı filinden ki eğer -t varsa kelimenin sonunda dişi (müennes) oluyor. Muhtemelen vardır.
İnsanın toplumsal yaşamın niteliği üzerine yazılmış ki bilirsiniz sonu gelmeyen derin bir felsefe. Bir diğer başlık ise Bedevi uygarlığı, yaban kavim ve aşiretlerdir. Burada ise en çok ilgimi çeken alt başlık ise şuydu: 'yerleşik yaşam insanların yumuşak başlılığı onların cesaretini ve direncini kırar' başlığıydı. Ve altını çizdiğim şu cümleler tabi ki tam açıklayıcı olmayacaktır. "... daha sonra, dinin, insanlar üzerindeki etkisi azaldı ve insanlar kısıtlayıcı yasalar / kurallar kullanmaya başladılar. Din yasası / kuralları basit bir bilgi dalı ve eğitimle ve öğrenimle kazanılan bir teknik oldu. İnsanlar yerleşik bir yaşama başladılar ve bir karakter özelliği olarak yasalara / kurallara tabi olmayı kabul ettiler. Bu da insanların ruh gücünde bir düşüşe neden oldu."
Şu halde demek istediği hükümet, yönetim yasaları veya eğitici kurallar cesareti kırar. Bu bölümde göçebe yaşamın ve ayrıca yerleşik yaşamın sosyolojik boyutu, aşiret ve oradan da monarşi, hanedan gelişimi vs değiniyor. Ben bu yorumlarda sosyolojik kavramını kullanıyorsam bir önce yazdığım entrydeki birçok şeyi içine katarak kullanıyorum ki tekrar tekrar yazmanın biraz laf kalabalığı olacağı düşüncesindeyim.
Bir sonraki bölüm ise hanedan, monarşi, halifelik ve kamu görevi. Şimdi burada ilginç bir detayı aktarmak istiyorum. Malum, Haldun, o yüzyılın çoğu devlet, krallık ve hanedanlığından bahsediyor. Roma'dan bahsederken sanki Fatih'in fetih yapmış olduğunu görüyorsunuz. Burada öngörü de diyebiliriz mi? Hayır gerçi bir not düşülmüş peygamberin hadisinden ötürü fakat yazdığı bölümde sanki Müslümanların elindeymiş gibi bir hava katıyor.
Öte taraftan Haldun'un sınıfsal toplumun niteliği sorununa ilişkin bir çözümlemesi Yok. Daha çok toplumun yaşamına hükmeden yasalarına ilişkindir eseri. Bu çözümlemenin Tezat durumunu dile getiren marks, sınıfsal köklere ilişkin sorunu çözmeden tarihsel niteliği kavranamazdır sözüydü. Haldun kentsel ve kır yaşamının tarihsel boyutunu misal sürekli dile getiriyor. Ki kendisinin yaşadığı dönem toplumsal mücadelenin olduğu bir dönemdi. Hüküm süren feodal sınıf askeri kabile soyluluğu elinde geniş toprak bulunduruyordu. Diğer taraftan sürekli artan gereksim ve ataerkil acımasız soyguncu bir sömürü vardı. Bu arada sıkça kullandığı 'Ümran' medeniyet kelimesini de yazmak lazım.
Şimdi bu eseri akademik gereklilik falan için okumak değil benimki. biraz daha tecessüs. Şimdi tavsiye edip etmeyeceğimi bilemedim ki zamana yayarak okuyorum. Üçüncü cilde başladım şimdiler de.
İkinci cilt üzerine bir diğer entryde görüşmek üzere diyelim sonrasında ise üçüncü cilt.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |