Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
Haftalık mizah dergisi Uykusuzda yazan yetenek. Şahsım adına uykusuz alma sebebidir. "Kendimi Durduracak Değilim, "Kendimi Durduracak Değilim-2" ve "Kaç Yıl Oldu" adı altında dergideki köşelerinden toparlama kitapları vardır. Asıl mesleği diş hekimi olan Budacı harika bir gözlem gücü ve bunları kağıda dökecek harika bir yazma yeteneğine sahiptir. Yazılarını okuduğunuzda sesli gülmeniz kuvvet ve muhtemeldir. Yazılarında genel olarak ortalama Türk insanının modernleşme yolunda düştüğü komik durumları işler. Her okuyana "lan bu benim de başıma gelmişti" dedirtir. Örnek bir yazısı aşağıdadır.
Hayır, teşekkür ederim," dedi yanımdaki adam. Otobüsü ulaşacağı amaç için sadece bir araç olarak gören tokgözlü insanın, muavinin bahşettiği ikramları geri çevirirken kullandığı çağdaş tını hep canımı sıkmıştır. Uçağa ekonomik değil de, uçak korkusu gibi sebepler yüzünden binmeyen elit kesimin tercih ettiği otobüs firmalarından biriyle seyahat ediyorum. Aslında bu tür elit firmaların artık diğerlerinden teknolojik bir üstünlüğü kalmadı, ama 'bağıran çocuk', 'susmayan gazlı bebek', 'torbadan çıkan yağlı börek gibi kırsal efektlere daha az rastlanması bakımından tercih sebebi olabiliyorlar. Otobüsümüzde muavinin ikramlarını reddetme ya da "sadece su alayım" deme oranı bir hayli yüksek. Ben de midemi garaj gıdalarıyla doldurduğum bir iki yolculukta muavin ikramlarını reddettiğimi hatırlıyorum, insan gerçekten bu reddediş esnasında çağdaş bir kıvanç duyuyor. Hele bir de bu ret, otobüsteki güzel bir kızın görüş alanındaysa tadından yenmiyor. Ama genelde ikramları pek reddedemiyorum. Hatta cesaretimi toplayabilirsem menünün tamamını (su, kola, çubuk kraker ve kek) almaya çalışıyorum. Böyle zamanlarda beleşe meylederek yarattığım ham görüntüyü beslenme saatimin ardından ortaya çıkardığım kalın bir kitapla (bu tür küçük insan psikolojileri için Rus edebiyatı uygundur) yok etmeye gayret ediyorum. Bu yolculukta da yemeyi reddederek sadece neskafe (sade) tüketimiyle göz dolduran bir adet güzel kız görüş alanımda. Ayı gibi beslenirken bana baktığını görüyorum. "Biraz sabret güzel kız," diyorum içimden "çantamda sabırsızlıkla bekleyen Rus edebiyatı birazdan ilişkimizi toparlar." Ama ne yazık ki bir daha benden tarafa bakmıyor, kulaklığını takıp camdan bakan depresif kız olmayı tercih ediyor. Böylelikle otobüse doluşturduğum Ruslarla (Peçorin, Maksimiç ve Kazbiç) baş başa kalıyorum. Özellikle Kazbiç otobüsümüzün elit havasına hiç uymayan tam bir ayı. Sıkılıp Rusları kapatıyorum. Biz çağdaşları A noktasından alıp B noktasına götüren otobüsümüz, 90 km hızı aşmadan tıslaya tıslaya ilerliyor. Yanımızdan 90 km'yi sallamayan börekli ve ağlayan çocuklu bir firma 'voon'layarak geçiyor. Firmamıza olan güvenimiz biraz daha perçinleniyor. Önümdeki ekranı açıyorum. Karşıma Keanu Reeves çıkıyor. Yine karışık işlere girmiş. Uzun suratıyla koridorlarda koşup duruyor.
Uyandığımda otobüsümüzün kamyoncuların kullandığı bir mola yerinde dolaştığını gördüm. Otobüsün içinden memnuniyetsiz sesler yükseliyordu. Önümdeki ekranda Keanu Reeves bir kadını öpmek üzereydi (galiba bütün sorunları halletmişti). Otobüs, kapısında oto-tamir yazan baraka gibi bir yerin önünde durdu. Şoför, muavin ve birkaç erkek yolcu (triger kayışı, balata falan demeyi seven cinsten) aşağı indiler. Öpüşme biter bitmez aşağı inerek yanlarına gittim. Arka tekerin etrafında yarım daire düzeninde dizilmişlerdi. Aralarına katılarak safları biraz sıklaştırdım. 'Bijon kesmiş' adını verdikleri bir sorundan konuşuyorlardı. 'Kesik bijon' kavram olarak benim için bir şey ifade etmese de, şort-çorap-sandalet üçlüsüyle emekli bir yazlık tanrısı olduğu anlaşılan yaşlı bir adamın kafa sallamasından ve şoförün çaresiz suratından (sorun olduğunda derhal kızaran Karadeniz tipi bir yüzü vardı) büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anladım. Ama asıl büyük sorunun daha aramıza katılmadığını ve o saniyelerde merdivenlerden aşağı inmekte olduğunu henüz bilmiyordum.
"Bakar mısınız, siz bu sorunu halledebilecek misiniz gerçekten!" diyen sese doğru döndük. Tekme tokat girişilen kavgalardan daha şiddetli etki yaratan, korkutucu ve tiz bir sesti bu. "Uğraşıyoruz hanımefendi," dedi şoför. Tiz sesli kadın, "Herkesin işi gücü var, hemen firmayı arayın!" diye bağırdı. Şoför elindeki cep telefonunu bir delilmişçesine havaya kaldırarak, "Haber bekliyorum hanımefendi, olmadı bir araç yollayacaklar," dedi. Suratının kırmızılığı gittikçe koyulaşıyordu. "Hadi sıradan bir firma olsa anlarım, sizin bu gibi durumlar için acil durum prosedürünüz olması lazım," diyen başka bir sese döndük. Çoğalıyorlardı. Kırmızı Surat'a baktım. 'Prosedür' kelimesi, dağarcığında herhangi bir yere oturmadan sağa sola çarptığı için vereceği cevabın şekillenmesini engelliyordu. Cevaplayamadıkça kızarmaya devam etti. "İnanamıyorum tuvaletiniz de bozuk!" diyen yeni bir kadın sesi otobüsün ön tarafında belirerek bize doğru ilerlemeye başladı. Şoför, "Nasıl bozuk?" diyerek muavine baktı. Muavin koşarak tuvaletin "nasıl bozuk" olduğuna bakmaya gitti. Otobüsün ön tarafından bir kadın daha yanında çocuğuyla (dramatik öğe) söylenerek bize doğru yaklaşmaya başladı. 4 kişi olmuşlardı. Etrafımız tamamen sarılmıştı. Yakınma şiddeti gittikçe artıyordu. Suratı artık kırmızı alarm vermeye başlayan şoförün "hanımefendi" kelimesiyle giriş yapmaya çalıştığı tüm konuşma girişimleri, yanına ikinci bir kelime alamadan parçalanarak yok ediliyordu. Şoför, en sonunda, "Yaa lütfen biraz anlayışlı olun yaa!" demeyi başardığında kısa bir an sessizlik oldu. Eyvah, dedim içimden, "yaa" kelimesinin bu ortamda bomba etkisi yaratacağını adım gibi biliyordum. 'Prosedür' diyen kadın, "Tamam daha fazla konuşmaya gerek yok, siz haklısınız, biz burda hepimiz enayiyiz," dedi. Durumun başka bir boyuta geçtiğini anlayan Kırmızı Şoför, sağ elinin parmaklarını birleştirerek yumuşak bir ses tonuyla, "Hanımefendi." der demez son tokadı yedi: "Lütfen o elinizi indirin, sizinle daha fazla tartışmak istemiyorum." İşte bu gerçekten can sıkıcıydı. Bu tavrı daha önce de görmüştüm. Tartışmanın en hararetli yerinde daha modern olan taraf, aniden ortaya koyduğu yapay bir nezaket diliyle tartışmadan kesin bir zaferle ayrılıyordu. (Bu 'daha fazla konuşmak istemiyorum1 tavrı, çok uzun bir mızrağın sadece ucunu batırmaya benziyor.) Modern bir şehirli olan Prosedür, aniden nezaketle saldırarak Kırmızı Şoföre aynı sınıfın insanları olamadıklarını hatırlatmıştı. Kırmızı Şoför'ün bu son saldırı karşısında biraz daha kızarmaktan ve sonra da Allah'a sığınmaktan başka çaresi kalmadı: "Alla allaaa, ne dedim ben şimdi hanımefendi."
Tamirci hala uğraşıyor. Şoförün kızarıklığı biraz azaldı. Tartışmaya katılan tüm çağdaşlar telefonla konuşmaya başladı. Bütün bu yaşananları "inanamıyorum", "rezalet", "koskoca firma" gibi tanımlamalar eşliğinde kocalarına, sevgililerine, anne ve babalarına anlatıyorlar. Çağdaş insanlarla dolu bir otobüsün kırsaldaki macerası ülkenin farklı yerlerinde onlarca insanın sorunu haline gelerek gittikçe büyüyor. Muavin, "Tuvaleti hallettim," diyerek yanımıza geliyor. Aramızda sorun halledebilen birinin olması sevindirici bir durum. Uzun suratıyla galiba birazcık Keanu Reeves'a da benziyor. Onun Prosedür'ü öptüğünü hayal ediyorum.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |