Türkiye'nin memur portalı |
Oturum aç Üye ol Parolamı unuttum |
doğal ve tabi yaradılışının gereği toplumsal düzene ayak uydurabilmek.
yerinde gülmek ,ağlamak ,kızmak öfkelenmek.
ve insani duygular ile karşısındaki olaya normal tepkiler göstermek .
yapmacıklık ve başkası olma özentisinden uzak saf ve doğal durmak..
herkesin başarabileceği bir kuvvet değil ama zor işte.
sen, o , bu , şu insanlarının toplamını ve çıkarmasını yaparak ve sonuçta sağlamasını hesaplayarak hayatında yaşamak.
kimse kendini bulmak için başkalarının dünyasından geçmediğini söyleyemez.
her duygu karşılıklı yaşanılarak öğrenilir ve breye ait değildir .
kişiyi, herkes ve her şeyle yaşadığı acı- tatlı lezzetleri tattığı ve büyüdüğü o olgular ve öğrenimler kendi yapar.
tavrını, konuşmasını , düşüncesini yöneten onlardır ve sonuç ...
bu duygular senin sınırlarını çizmende yardımcın olur ve kendin olursun .
işte öyle bir şeysin sen
zorlamayla olacak bir şey değildir.
insan kendi olmak istemez, bunun için çabalamaz sadece olur biter.
Bir an durup yeniden doğduğunuzu hayal edin. Bu kez, sizi biçimlendiren hiçbir dışsal kalıbın olmadığı bir hayata adım atıyorsunuz. Aileniz, toplumun gürültüsünden biraz uzakta, sade ama entelektüel bir yaşam sürüyor. Mesela çiftçilikle uğraşıyor olsunlar; hani şöyle kocaman camlı, pencerenin direkt tarlaları gördüğü, çocukların camdan traktörleri falan izlediği çiftlikler olur ya, işte o evdesiniz :)
Aile toprağın bereketini ve emeğin onurunu bilen, çağın ruhuna dokunabilecek kadar bilgiye, ama dayatmalara mesafeli bir bilince sahipler. Onların değerleri; adalet, merhamet ve doğa sevgisi gibi evrensel temellerde yükseliyor.
Tanrının varlığı ya da yokluğuyla ilgilenmiyorlar. Aile bireyleri için tanrı, kişisel ve içsel bir durum. Kimse kimsenin tanrısını sorgulamıyor ya da doğru-yanlış bir yargıya varmaya çalışmıyor. İnanç bir dayatma değil; kişinin kendi iç dünyasında, bireysel olarak deneyimlediği bir anlam.bu durum onları ahlaktan uzaklaştırmıyor.Çünkü onların ahlaki dayanakları bir ödül-ceza sistematiğine değil, insan olmanın özündeki vicdana dayanıyor.Siyasi bir etiket taşımıyorlar, herhangi bir ideolojinin gölgesinde yaşamıyorlar. Hümanist bir duruşları var; insanı, insan olduğu için seviyorlar. Milliyeti ve devleti sorgulamışlar; bu kavramların ardında gizlenen kibirden ve ayrıştırıcılıktan uzak durmuşlar. Sermayeye ve kültürün ağır yüküne karşı mesafeli duruyorlar; ama toplumu ve insanları reddetmiyorlar. Yardım etmeyi, dayanışmayı biliyorlar; doğaya, hayatın özüne saygılılar.
Böyle bir ailede büyüdüğünüzü düşünün. Kimse size ne olmanız gerektiğini söylemedi. Hangi dili konuşacağınız, hangi dine inanacağınız ya da hangi sınırlar içinde yaşayacağınız belirlenmedi. Size dayatılan bir tarih, bir aidiyet ya da bir hikaye yok. Sadece kendiniz olmanızın yolu açık bırakıldı.
Bu koşullarda büyüyen biri, gerçekten kendisi olabilir. Çünkü onun kimliği, toplumun dayattığı önkabullerle değil, kendi seçimleriyle oluşur. Şimdiyse, bizler toplumsal bir kalıbın eseriyiz. Milliyetin öğrettiği üstünlük iddiaları, dinin yüklediği günah ve sevap kaygıları, kültürün ve ailenin dikte ettiği rollerle yontulmuş birer şekilden ibaretiz.
Kendi olmak demek, bu şekilleri sorgulamak ve gerekirse kırmak demektir. Kendi olmak sizi şekillendiren kalıpların dışına çıkıp, özünüzü bulmaktır. Ancak o zaman gerçekten var olabilir, gerçekten yaşayabiliriz.
Diğer türlüsü için İbrahim tatlıses'ten yaşamak bu değil şarkısı gelsin.
İletişim | Künye | Reklam | Sitene ekle © 2024 MN Yazılım |