Türkiye'nin memur portalı

Oturum aç Oturum aç Üye ol Üye ol Parolamı unuttum Parolamı unuttum

bir hikaye

paylaş araştır

 

  1. güne söz bıraktık

    şiir bıraktık

    bide hikaye olsun dedim

    TANRI GİBİ YEMEK YİYORSUN

    "Anneanne sorar mısın, 87 yaşında bir insan için hayat ne anlama geliyor?"

    Karina, dün gece kıvırcık saçlarımda dolaşan ellerini, hazırlamakta olduğu meyve saltası kabından çıkardı; önce yıkadı, sonra da mutfak tezgahının hemen üzerinde plastik bir çengelde asılı duran havluyla kuruttu. Bunu yaparken de anneannesine sorduğum soruyu tercüme ediyordu. Marina, mutfağın köşe koltuğunda uyuklayan köpeğini seviyordu. Kısık bir gülümsemeyle bana döndü. Konuşacak gibi olduysa da bundan vazgeçip köpeğini sevmeye devam etti. Soruma cevap vermeyecek diye umudumu kestiğim sırada, bakışlarını tekrar yüzüme dikti. Yüzündeki çizgilerin gölgesi uzamış, mavi gözlerini saran buğu tabakası, çoktan gözyaşına dönüşmüştü.

    Bu manzara karşısında, evrensel bir bilince tutulmuştum. Hayatta olmasına rağmen, hiç göremediğim bir anneannem vardı ve şu an ben, torunum için endişeleniyordum. Bana bir kez olsun 'anneanne' diye seslenmek isteyen torunumun acısını yüreğimde hissediyordum. Tek engel, medeniyetimizin aramıza koyduğu sınırlardı ve Ahmed Arif'in dediği gibi, içimiz, hiç mi hiç pasaporta ısınmamıştı.

    Sonsuzluğu, ölümsüzlüğü isteyen insan ile sınırları koyan insan aynıydı. Çünkü köleliğin güvenliği, konforu ve güvencesi vardı; oysa özgürlüğün dört bir tarafı tehlikeye açıktı. Bir "an"dan ibaret olan bu hayatı, ilkel kaygılar yüzünden sigortalatmak da neyin nesiydi? Ya özgür bir iradeye sarılmak yerine, boyun eğmeyi kutsallaştırmak?

    "Hakikat, hakikat!" diye sloganlar atıp, durağan şeylere sarılan insanların arasında yaşadığım yalnızlık, neden bu denli canımı acıtıyordu?

    Sahi, bilginin kaynağı neydi? Birilerine açıkça görünen "hakikat", bir diğerine neden muğlaktı?

    Kendime kızdım. Olur olmadık zamanlarda tutulduğum bu sorgulamalardan sıyrılmalıydım. Bunun üzerine, arkadaş ortamlarında önemli konuları geçiştirmek için muzipçe tavırlar takınan bir karaktere bürünüp:

    "Hayat, bir 'an'dır ve bu 'an'ın Tanrı'sı ilkel bir içgüdüdür." diye mırıldandım.

    Saçmalıyordum; fakat hangi ölçüte göre?

    Kim bilir, belki de yanlış sorular soruyordum. İnsanlık, bu soruları cevaplamakta, binlerce yıldır bir arpa boyu yol katedemediyse, soruları değiştirmeli, belki de soru sormaktan vaz geçmeliydim.

    Gerçek diye benimsetilmiş şeylerle olan ilişkimin kopma noktasına geldiği bu ruh halinden, bir umut, kurtulmak bahanesiyle soğumuş kahvemden bir yudum aldım.

    Marina, sorduğum soruyu cevaplamaya başlamıştı. Torunu Karina, tercüme etmek için sabırsızlanıyordu:

    "Anneannem, erkeklerin çalıştığı bir silah fabrikasında 33 yıl ağır şartlarda çalışmış." dedi.

    "Buna rağmen bir ekmeği bile satın almak için karneyle günlerce sırada beklermiş." Mariana araya girdi:

    "Benim için hayat, eve ekmek götürmekten ibaretti; şimdi ise, torunlarımın aç olmadığını gördüğümde, mutlu olmaktan ibaret."

    Marina'nın, yemek yemem için çoğu zaman normalin dışında ısrar etmesini ve hatta, bu konuda neden ısrar etmedikleri gerekçesiyle torunlarını sık sık azarlamasını şimdi anlıyordum. Az yemek yediğimi kastederek:

    "Tanrı gibi yemek yiyorsun." derdi.

    Bunun üzerine:

    "Tanrı'ya inanıyor musun?" diye sormuştum.

    "Tabii ki inanıyorum." demişti.

    "Kominist dönemde, Ortodoks kiliseleri kapatılmıştı; ama ibadetlerimi yapmak için, ayrım yapmadan, Katolik kiliselerine giderdim."

    Karina araya girdi:

    "Ben bir yaşındayken dedemle evde yalnızdık. Dedem, beni uyuttuktan sonra, yanı başımda kendisini asarak intihar etti."

    Araya sıkıştırılan bu vakitsiz bilgi karşısında etkilenmiştim. Mariana'ya döndüm:

    "Pekii neden?" diye sordum.

    Karşımdakinin tekrar gözleri buğulandı. Sadece omuzlarını silkmekle yetindi. Üstelemedim, sustum. Mutfak masasında, bir süre sessiz durduk. Marina sessizce kalktı, odasına geçti. Odasının kapısının kapanma sesini duyan Karina, soruma cevap verdi:

    "Aralarında şiddetli geçimsizlik vardı; dedem önce kendini alkole verdi, sonra da intihar etti."

    alıntıdır..

     
  2. Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde memurlar net denilen bir köy varmış. bu köyde iyilerle kötüler yaşarmış. İyiler kendi halinde musmutlu yaşarken, kötüler iyilerin enerjilerini sömürmek için kıskanç ve haset silahlarıyla

    iyilerin üstüne ateş ederlermiş. İyiler bu durum karşısında sabırla bekler, bir gün kötülerin de sevgiyi ve saygıyı öğreneceklerini düşünürlermiş. Velhasıl günler geceler böylece geçivermiş ama kötülerin silahları gün geçtikçe ağır makineli silaha dönmüş sonunda iyiler bu duruma bir çözüm bulmuş. İyilerin dostu kötülerin düşmanı şikayet butonuyla kötüleri haşat etmişler. Sonrasında iyiler mutlu ve huzurlu bir şekilde memurlar net köyünde yaşayıp gitmişler.

    the end :)

     
  3. Nasılsın dediler 'yetimim' diyebildi boğazına takılan

    sözcüklerin eşliğinde.. çok kere tartışmıştır yaptığı haytalıkları marifet

    bilerek umursamaz hallerin bıkkınlığında kaç kere of dedirtmişti kim bilir..

    Şimdi yoktu babası küçükken peşinden koşar dünyaya bir evlat

    verdim vatana yarasın milletine sadık eylesin diye.. yoktu şimdi ne büyük bir

    acı varlığında hissettirmez hayat giderken öyle bir koyar ki insana yaşına

    başına bakmaz süzülür gözlerinden yaşlar yağmurlara inat bir şekilde..

    Şimdi ne yapar insan ki insan onsuz baba demek ne büyük bir

    nimetmiş oysa.. hırpaladığı da çok olmuştur, hırpalamaktan beter sözler ettiği

    de o anların öfkesinde olmaz olsun sözünün bin bir pişmanlık yaratacağını

    nereden bilebilirdi ki.. bir dünya vardı ama artık yok bir başına çaresizce

    sokakları arşınlayıp kadere küfürler savurarak neden o soruları kendine sorup

    sorup cevaplarını bulamazken bulur kendini..

    Kıymet bilmeli azizim yaşarken nefesinin sıcaklığını

    bakışında ki o bitmez sevginin doyumuna ulaşmalı insan.. sonrası mı herkes

    kıyamet kopacak yok olacağız der ya o yokluk bu acının yanında belli zerre

    kalır yaşadığı duyguların..

    Bugün toprağa verdim kendi ellerimle babamı toprağını

    ellerimle attım içim acıya acıya sanki gömülen onun bedeni değilde benim

    canımdan bir parçaydı. Birazdan ayrılacağım buradan onu öyle yalnız soğuk

    toprağın altında yağan yağmurlara emanet edip gideceğim..

    Sevelim azizim sevelim bak ömürden bir gün daha tükeniyor

    biz yaşlandığımız düşünürken onu düşünelim Baba olmak zor babasızlık daha zor..

    Hadi arayalım belki bir tebessüm belirir yüzündende bütün

    günahlarımıza keffaret niyetinde..

     
Entry yazmanız için üye olmanız gerekmektedir. Üye olmak için tıklayın, üye iseniz lütfen oturum açın.