Somuncu baba
Safevi şeyhi, Hacı Bayram-ı Veli'nin mürşidi, alim "Somuncu Baba"nın(ö. 815/1412) hayat hikayesi.
...
Şeyh Hamidüddin Aksarayi adıyla da bilinir. Çağdaşı ve muhtemelen müridi Kemal Ümmi'nin bir mersiyesinden asıl adının Abdullah olduğu anlaşılan (Karabulut, s. 113) Şeyh Hamidüddin kaynakların pek çoğunda Kayserili diye gösterilir (Lamii, s. 683; Mecdi, s. 74; İsmail Hakkı Bursevi, s. 70; Haririzade, vr. 172a). Abdurrahman el-Askeri ise Mir'atü'l-ışk'ta (Erünsal, s. 204) Aksaray'da doğduğunu yazmaktadır. Atalarının Türkistan'dan geldiği rivayet edilir.
Hamidüddin Aksarayi ilk tasavvufi eğitimini babası Şeyh Şemseddin Müsa'nın yanında aldıktan sonra Dımaşk'a giderek zahiri ilimleri öğrendi. Lamii, onun Dımaşk'ta Bayezidiyye Hankahı'nda uzun yıllar bir şeyhe hizmet ettiğini, Bayezid-i Bistami'nin ruhaniyetiyle terbiye edildiğini ve Üveysi olduğunu kaydeder. Diğer kaynaklarda ise asıl şeyhinin Safeviyye tarikatının piri Safiyyüddin Erdebili'nin torunu Alaeddin Erdebili (ö. 832/1429) olduğu vurgulanmaktadır. Bu kaynaklarda, Hamidüddin'in Dımaşk'ta iken aradığı iç huzuru bir türlü bulamayıp mürşid aramak için yola çıktığı, Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrinde yaşayan Şeyh Alaeddin Erdebili'nin yanına gittiği, zikir meclisine katıldığı ve ona intisap edip tasavvuf yolunda büyük ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir (a.g.e., s. 203; Sarı Abdullah Efendi, s. 227; La'lizade Abdülbaki, vr. 129b-130a).
Kemal Ümmi yukarıda zikredilen mersiyesinde Somuncu Baba'nın 815 (1412) yılında vefat ettiğini söyler. Bu bilgi doğru kabul edildiği takdirde onun şeyhi Alaeddin Erdebili'den on yedi yıl önce öldüğü sonucuna ulaşılmakta ve bu durumda Alaeddin Erdebili'nin değil, babası Sadreddin Erdebili'nin halifesi olma ihtimali kuvvet kazanmaktadır. Bununla birlikte Somuncu Baba'nın Alaeddin Erdebili'den hilafet alması da mümkündür. İsmail Hakkı Bursevi ise Alaeddin Erdebili'nin oğlu İbrahim Erdebili'nin (ö. 851/1447) müridi olduğu kanaatindedir. Ancak kronolojik olarak bu çok zayıf bir ihtimaldir. Kaynakların Alaeddin Erdebili'yi bu kadar ön plana çıkarmış olmalarının sebebi Timur ile birlikte Anadolu'ya gelerek burada oldukça şöhret kazanmış olmasıdır.
"SOMUNLAR MÜMİNLER" DİYEREK HALKA EKMEK DAĞITTI
Hamidüddin Aksarayi, Erdebil Tekkesi'nde seyrü sülükünü tamamladıktan ve bir süre inziva hayatı yaşadıktan sonra şeyhinin emriyle Anadolu'ya dönüp Bursa'ya yerleşti. Sarı Abdullah Efendi, Alaeddin Erdebili'nin Somuncu Baba'ya hilafet verip Anadolu'ya gönderirken yanındakilere,"Diyar-ı Acem'de emanet olarak bulunan esrar-ı ilahiyye onunla birlikte diyar-ı Rüm'a intikal etti" dediğini rivayet eder. (Semeratü'l-fuad, s. 230)
Kaynaklarda yer alan ifadelerden Somuncu Baba'nın Bursa'ya geldiği ilk yıllarda pek ön plana çıkmadığı ve kendini halktan gizlemeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde onun eşeğiyle ormandan odun getirip bu odunlarla ekmek pişirdiği ve ekmekleri sırtına yüklenerek sokak sokak dolaşıp "somunlar, müminler!" diyerek halka dağıttığı rivayet edilir Kendisine Etmekçi Koca veya Somuncu Baba lakabının verilmesi de bundan dolayıdır.
ULU CAMİİ'DE CUMA NAMAZI
Somuncu Baba, bu şekilde halk içine karışıp melamimeşrep bir hayat sürmekte iken Ulu Cami'nin açılışı sırasında Emir Sultan tarafından hükümdarla (Yıldırım Bayezid) tanıştırıldı. Kaynakların ifadesine göre, hükümdarın damadı olan Emir Sultan kendisine yapılan hutbe okuma teklifini, "Gavs-ı a'zam şu anda bu şehirdedir, onların mübarek varlığı varken halka nasihat ve hitap etmeyi bize teklif etmek münasip değildir" diyerek reddetmiş ve bu görevin Somuncu Baba'ya verilmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid, cuma namazını kıldırma ve hutbe okuma görevini Somuncu Baba'ya tevcih edince o da mecburen hutbeye çıkmak zorunda kaldı, namazdan sonra verdiği vaazda Fatiha süresini yedi farklı şekilde tefsir ederek Molla Fenari'nin karşılaşmış olduğu bir güçlüğü de halletti (Sarı Abdullah Efendi, s. 231; İsmail Hakkı Bursevi, s. 71-72; La'lizade Abdülbaki, vr. 130b-131a; Haririzade, vr. 172b). Somuncu Baba'nın başta padişah olmak üzere herkesi etkilediği, hatta bu olaydan sonra Molla Fenari'nin kendisine mürid olduğu rivayet edilir. (Lamii, s. 683; Sarı Abdullah Efendi, s. 232)
Bu olayın ardından sırrının açığa çıkması, halk ve iktidar nezdinde tanınan bir şahsiyet haline gelmesi, kendisine yönelik ilginin gitgide artması, halkın arasına karışıp sakin bir hayat sürmeyi daha çok tercih eden Somuncu Baba'yı bunalttı ve çareyi Bursa'dan ayrılmakta buldu. Abdurrahman el-Askeri, onun Bursa'dan ayrıldıktan sonra Adana'da Ceyhan ırmağının kenarında bulunan Sis Kalesi'nin dağ tarafındaki bir köyde Nebi Süfi adında birinin evine yerleştiğini, Hacı Bayram-ı Veli'nin buraya gelip kendisini ziyaret ettiğini söyler (Erünsal, s. 202). Bazı kaynaklarda kendisinin doğrudan Aksaray'a gittiği belirtilmekteyse de (Lamii, s. 683) Askeri'nin görüşleri daha isabetli görünmektedir.
DARENDE'DE YAŞADI
Nebi Süfi'nin evinde bir süre kaldıktan sonra önce Dımaşk'a giden, buradan Mekke'ye geçerek haccını eda eden Somuncu Baba hac dönüşü tekrar Sis'e geldi, yanına Nebi Süfi'yi de alarak Aksaray'a gidip yerleşti (Erünsal, s. 203). Kaynaklarda yer alan ifadelerden, ömrünün geri kalan kısmını bu şehirde müridlerinin eğitimiyle meşgul olarak geçirdiği anlaşılmaktadır. Abdurrahman el-Askeri onun Aksaray'da vefat edip orada defnedildiğini söyler (a.g.e., s. 204). Sonraki dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda Somuncu Baba'nın asıl kabrinin Malatya'nın Darende ilçesinde bulunduğu konusunda farklı bazı görüşler öne sürülmüştür. Buna göre Somuncu Baba, adı geçen ilçenin Hıdırlık adı verilen bölgesinde oğlu Halil Taybi ile birlikte gömülüdür. (Cengiz v.dğr., s. 7-17, 29-45; Akgündüz, s. 52-56)
Bu görüşün kaynağı olarak Somuncu Baba'nın soyundan geldiği söylenen Osman Hulüsi Ateş'in aile arşivindeki bazı belgelerle geç dönemlere ait bazı arşiv belgeleri gösterilmektedir. Ancak Somuncu Baba'nın hayatını anlatan eski kaynaklarda böyle bir konudan bahsedilmemekte, gerek Şeyh Bedreddin menakıbında yer alan bilgiler gerekse lakabının Aksarayi olması onun hayatını Aksaray'da geçirdiğini ortaya koymaktadır. Öte yandan Abdurrahman el-Askeri Mir'atü'l-ışk'ta, "Mevlüdleri Aksaray'dır. Ravza-i mübarekeleri dahi şehir üzerinde olan kızıl tepenin üstündedir" diyerek (Erünsal, s. 204) onun Aksaray'da vefat ettiğini ve kabrinin burada bulunduğunu kesin biçimde belirtmektedir. Dönemin kaynaklarında yer alan ifadelerden Somuncu Baba'nın Yüsuf Hakiki adında bir oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Babasının ölümünden sonra Hacı Bayram-ı Veli'ye intisap eden Yüsuf Hakiki tasavvufa dair bazı eserler kaleme almıştır. Geç döneme ait arşiv kayıtlarında Halil Taybi isimli bir oğlunun daha varlığından söz edilmektedir. Darende'de yaşadığı anlaşılan Halil Taybi'nin hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.
TASAVVUF GELENEĞİNİ ANADOLU'YA TAŞIDI
Türk tasavvuf tarihinde Safevi-Erdebili geleneğini Anadolu'ya taşıyan bir mutasavvıf olarak önemli bir yere sahip bulunan Somuncu Baba'nın benimsemiş olduğu tasavvuf düşüncesinde melameti anlayış ön plana çıkar. Onun en önemli halifesi ve kendisinden sonra fikirlerinin Anadolu coğrafyasına yayılmasını sağlayan şahsiyet Akşemseddin ve Bıçakçı Ömer Dede gibi iki farklı meşrebe ve karaktere sahip şahsiyeti yetiştiren, II. Murad devri Anadolu süfiliğine damgasını vurmuş Hacı Bayram-ı Veli'dir.Hacı Bayram-ı Veli, Bursa'da iken tanıştığı Somuncu Baba'ya intisap ederek tasavvuf yoluna girmiş, onunla birlikte Adana'ya, Dımaşk'a, Mekke'ye ve nihayet Aksaray'a gitmiş, bir süre sonra şeyhinin izniyle yaklaşık 806-807 (1403-1405) yıllarında Ankara'ya yerleşmiş, vefatında yanında bulunmuştur. Somuncu Baba'nın diğer müridleri arasında Şeyh Şücaüddin Karamani, Şeyh Muzaffer Larendevi ve Molla Fenari'nin isimleri sayılmaktadır. Ayrıca daha sonraki dönemde Hacı Bayram-ı Veli'ye intisap eden Kızılca Bedreddin'in de başlangıçta Acem diyarından Anadolu'ya birlikte geldiği Somuncu Baba'ya bağlı olduğu rivayet edilir. Onun döneminin diğer süfileriyle de yakın dostluklar kurduğu bilinmektedir.
Yıldırım Bayezid'e kendisini "gavs-ı a'zam" olarak tanıtan Emir Sultan ve 1404-1405 yıllarına tekabül eden hac dönüşü Aksaray'a kadar giderek kendisini ziyaret eden Şeyh Bedreddin bunlar arasında zikredilebilir. Somuncu Baba'nın Şerh-i Hadis-i Erbain (trc. M. Şeyhmus Alkoç, Tuhfetü'l-ihvan, 40 Seçme Hadis-i Şerif Meali-İzahı, İstanbul 1977), Zikir Risalesi (trc. İhsan Özkes, İstanbul 1991) ve Silahu'l-müridin adlı üç eseri olduğu ileri sürülmektedir. Ancak kaynaklarda onun eser yazdığına dair bilgi bulunmaması, bu eserlerin eldeki nüshalarının oldukça geç tarihli olması bunların ona aidiyeti konusunda şüphe uyandırmaktadır.
SOMUNCU BABA İLE YILDIRIM BAYEZİD'İN KARŞILAŞMASI
Niğbolu muvaffakıyetinin bir şükranesi olarak Yıldırım Bayezid, Bursa'daki meşhur Ulu Cami'yi yaptırdı ve beş vakit cemaate devam etti.
Padişah, bu cami-i şerifin açılışında başta Emir Buhari (Emir Sultan) olmak üzere bütün meşayıh ve ulemayı davet etmişti.
Bir cuma sabahıydı. Herkes yapılacak merasim için toplanmıştı. Bir müddet sonra Sultan Yıldırım Bayezid teşrif etti ve damadı olan Emir Buhari Hazretleri'ne:
"-Ey Emir! Buyur, cami-i şerifin kapılarını sen açıp namazı da sen kıldır! Bu şeref, ümmetin büyüğü olarak sana aittir." dedi.
Ancak Emir Buhari, büyük bir tevazü ile itiraz etti:
"-Hayır sultanım! Benden çok daha büyük kimseler var. Bu şerefi, Şeyh Ebü Hamidüddin-i Aksarayi'ye vermelisiniz!" dedi.
O vakte kadar bu isimde bir şahsı duymamış bulunan Bayezid Han sordu:
"-Bu zat da kim ola ki?"
Emir Buhari cevap verdi:
"-Sultanım! Belki duymuşsunuzdur; Somuncu Baba namıyla maruf bir ekmekçidir. Ulu Cami işçilerine de bol bol ekmek infak eylemiştir. İşte o kişi, evliyaullahın büyüklerinden Ebü Hamidüddin-i Aksarayi'dir."
Bunun üzerine Sultan, teklifi tasdik etti. Emir Buhari de, ayağa kalkarak cemaate Somuncu Baba'yı tanıttı ve onu minbere davet etti. Somuncu Baba, mahcup bir şekilde:
"-Emirim! Ne ettin? Bizi ifşa ettin!.." diyerek son derece mahviyet içerisinde minbere yürüdü.
O gün minberde Somuncu Baba, Fatiha'nın yedi ayrı işari tefsirini yaptı. Ancak sırrının zarüreten ifşası dolayısıyla daha sonra talebesi Hacı Bayram-ı Veli'yi de yanına alarak Bursa'yı terk etti.
İşte Osmanlı mülkü, böyle kadri yüce Allah dostlarıyla teminat altındaydı. Öyle ki geleceğin sultanları olarak yetiştirilen şehzadeler de, her kesimden, liyakatli kimseler tarafından yetiştirilir, bilhassa manevi terbiyeleri veli bir üstada tevdi edilirdi. Daha sonra Fatih'in yetiştirilmesinde de aynen tahakkuk edecek olan şu hadise calib-i dikkattir:
Kaynak: Haşim Şahin, Diyanet İslam Ansiklopedisi
Osman Nuri Topbaş, Osmanlı, Erkam Yayınları
(İslam ve İhsan)